Sebahattin NAS

Sebahattin NAS

7 Yazı

ADİL DAVRANMA YÜKÜMLÜLÜĞÜ

İnsan doğası gereği yalnız yaşamayıp topluluk halinde yaşayan, birlikte yaşadıkları insanlarla çeşitli işbirlikleri gerçekleştiren varlıktır. İnsanların birlikte yaşamaları sonucu birbirine olan bağımlılıkları, görevleri ve çatışmaları ortaya çıkmıştır. Özellikle çıkar çatışmaları her devirde büyük problemlerin kaynağını oluşturmuş, insanlar arasında çatışma ve savaşlara kadar varan ve yıkıcı sonuçlarla biten eylemlere neden olmuştur. İlk insanla başlayan bu hal hiç gücünü kaybetmemiş, tarihsel süreç içerisinde karmaşıklaşarak günümüze ulaşmıştır.

İnsanoğluyla başlayan bu çatışmacı süreçler beraberinde çözüm arayışlarını da getirmiş, insanın doğasında var olan hak kavramı ve mutluluğunu sağlamaya yönelik düşüncelerin gelişmesini tetiklemiştir. Süreç beraberinde hak, hakikat, hukuk, adalet, adil olma gibi kavramların gelişerek toplumların uyması gereken kuralları karşımıza getirmiştir. Bu kavramlar zamanla öylesine önemli hale gelmiş ki toplumların en üst organizasyonu olan devletin varlık sebebi olarak kabul edilmiştir.



Toplum hayatında her bireyi yakından ilgilendiren adalet, adil olma ve davranma, eşitlik, adil ve eşit davranma yükümlülüğü gibi kavramlar toplumun vazgeçilmezleri ve hassasiyetle üzerinde durulan kavramlar olmuştur. Öyle ki toplumlar da yaygın bir adâlet anlayışının etkin olmadığı zamanlarda, güç eksenli ilişki ağları ortaya çıkmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak da güçsüzün ezildiği, güçlünün/güç odaklarının hâkim olduğu bir düzen oluşabilmektedir.



Tabiiki insanlar sadece düşünmekle kalmaz/yetinmez, düşünme ile birlikte insani değerlendirmelerde de bulunurlar. Böylece kendisi, çevresi/çevresindeki insanların davranışları ve karşılaştıkları olaylar, konular, eylemlerle ilgili; haklı-haksız, iyi-kötü, yanlış-doğru şeklinde yorum ve değerlendirmelerde yaparlar. Düşünebilen bir varlık olarak ve bezendiği değerler nedeniyle insan kendisine ve çevresine kayıtsız kalamaz ve bu değerlendirmeleri yapmadan hayatını sürdüremeyen özelliklere sahip yegâne varlıktır. İnsanların bu değerlendirmeleri yapabilmeleri için kötüde olsa bir düzenin, işleyişin, bazen bu işleyişte sorunların, en önemlisi de hayat garantisinin olması gereklidir. İnsanın sosyal sisteminin işleyişine ait düzenin oluşması içinde insanın maddi-manevi, toplumsal yaşama ait görevlerini yerine getirme fırsatı ve imkânları bulunmalıdır. Hukuk hayatı açısından irdelendiğinde adaletle, haklılıkla, iyilikle ilgili değerlendirmeler yapılabilmesi için öncelikle şu veya bu şekilde kendini gösteren bir düzenin olması lazımdır.



Adalet tarihsel süreçte en çok tartışılan kavramlar içinde olsa da biz onu kısaca ve pratik uygulamasıyla yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması, hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme diye ifade edebiliriz. Adalet, adil davranma toplum dinamiklerinin en önemlisidir. Öyle ki adalet, adil davranışla ilgili olarak zulüm ile cihan yıkılır, kazma kürekle yıkılmaz gibi adaletin önemini vurgulayan pek çok atasözleri, özdeyişler toplumların hafızalarında oluşmuştur.

Toplum hiyerarşisinde var olan yöneticilerin, irade kullananların, güç sahiplerinin adaletli davranma, adil olma gibi bir yükümlülüğü vardır. Bu yükümlülük yerine getirilmediği takdirde toplumun en temel değerlerinin belli bir süreçte kırılacağı, tahrip olarak toplumsal yaşamı çıkmaza sokacağı aşikârdır. Adil ve eşit davranma yükümlülüğü her bireyin ortak bir değeri olmakla birlikte güç sahiplerinin ve özellikle tepe yöneticilerinin tavır ve davranışları daha öncelikli, etkin, belirleyici olmaktadır. Adil davranma yükümlülüğü her kurum, her fert için geçerli bir yükümlülüktür.

Yaşadığımız toplum ve kurumlarda yöneticilerin en fazla eleştirildiği hususlardan birisi adil davranma yükümlülüğüne uymayan tavır ve davranışlar sergilemeleridir. Öyle ki yasal mekanizmalarla alınan kararlar bile yasalar arkadan dolaşılarak yerine getirilmemekte, bireyler telafisi olmayan maddi özellikle de manevi kayıplara uğramaktadır. Hakka, hukuka ve yasalara uygunluğun, liyakatin temel alınması gereken kurum, kuruluşlarda bu değerler önemsenmeyerek, kurumların çok uzun süre patinajda kalmasına sebep olunmaktadır. Çok uzaklarda adil davranma sorumluluğu kavramına uygun davranılıp davranılmadığını aramaya gerek yok. Her birey birincil sorumluluk alanında duruma baktığında nasıl bir çıkmazda olduğumuz görülmektedir. Çok önemli bir sorunda pek çok bireyin, yöneticinin adil davranma yükümlülüğünün zorunlu bir insani, medeni ve yönetsel görev olduğunu fark edememeleridir.

Kalbi olmayan birey nasıl yaşama imkânı bulamazsa adaleti olmayan örgütlerin, kurumların, yapıların uzun süreli devamlılığı da mümkün olamaz. Bazı yanlışlar yapıldığında ayakta kalmak, sistemi yürütmek mümkünse de adaletsizlikle (zulümle) ayakta kalmanın mümkün olamayacağı özdeyişlerde ifadesini bulmuştur.
fixed-whatsapp-icon