“Turizmci kimdir?” diye bir tarif yapmak gerekirse içimden, ‘kendi coğrafyasını tanıyan, ana dilinden başka bir dili daha konuşup anlayabilen, dünya üzerindeki tüm yaşam şekillerine, inançlara, örf ve adetlere saygılı, hoşgörülü ve geniş bir bakış açısına sahip kültür elçileridir’ demek geliyor.
Aslında geçmişimize dönüp bakarsak, Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yana topraklarımızda hem dini hem de milliyet açısından yoğun bir hareketlilik olduğunu görürüz. Buna mukabil, Osmanlı padişahlarının genel eğilimi toplumsal barışı korumak adına dengeli ve hoşgörülü bir politika izlemek yönünde olmuştur. Hazır yeri gelmişken size “Osmanlı hoşgörüsü” kavramı ile bağdaştırabileceğimiz önemli bir örnek vermek isterim. Böylece gündemimizin popüler bir konusuna da işaret etmiş olacağız. 4 Nisan 1478 tarihinde Bosna ruhbanlarının dini hayatlarını serbestçe sürdürebilmeleri hakkında bir ferman hazırlayan İstanbul fatihi Sultan Mehmet şu sözleri sarf etmiştir; "Ben ki, Sultan Mehmed Hanım! İhsan edip Bosna rahiplerine buyurdum ki ‘kiliselerinizde korkusuzca ibadet ve memleketimizde korkusuzca ikamet edin. Ne vezirlerimden ne de halkımdan kimse bunları incitmesin ve rencide etmesin. Allah‘a, Peygamber‘e, Kur‘an‘a ve kuşandığım kılıca yemin olsun ki, canları, malları ve kiliseleri bana itaat ettikleri sürece güvencem altındadır.’
Yakın tarihimize dönüp baktığımızda ise atalarımızın sahip olduğu saygılı ve hoşgörülü tutumun Mustafa Kemal Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” ilkesinde tezahür ettiğini görebiliriz. Bütün insanlığı bir vücut, her bir milleti ise o vücuda ait birer organ gibi tasvir eden Atatürk, ülkemizde yaşayan ve farklı din ile etnik orijine sahip Türk vatandaşlarını incitmemek adına son derece titiz kararların altına imza atmıştır. Günümüzde bu kararları sert ve haksız eleştirilere konu etmek ise tarih bilgisi olmayanları ancak komik duruma düşürecektir.
Az evvel ideal turizmciyi tarif ederken saygılı, hoşgörülü, kültürlü ve geniş fikirli olmaktan bahsetmiştik. Turizmci böyle olmalıysa peki ya gelirinin büyük bir kısmını “bacasız endüstrisine” endeksleyen bir ülke turizmde nasıl bir politika izlemelidir? Cevap tarihten verdiğimiz örneklerde saklı; farklı tüm kültür ve inançtan insana kucak açarak, hoşgörülü ve saygılı olarak.
Şayet ülkeyi yönetenler yüzyıllar boyunca çeşitli dinleri, etnik ve kültürel yapıları bağrına basmış bu topraklarda turizm yıldızını parlatmak istiyorsa, uzak ve yakın geçmişimize dönüp bakmaları yeterli olacaktır. Çünkü mevcut uygulamalar, ülkemizi söz konusu amaçtan uzak bir noktaya konumlandırmakta; en acısı bizi hoşgörüsüz ülkeler listesinin ilk sıralarına yerleştirmektedir. Tarihimizden verdiğim muazzam örnekleri düşünecek olursak bu oldukça üzücü, hatta insana “nereden nereye...” dedirten bir durum. Kim bilir belki Ayasofya, geçmişten günümüze bu toprakların özünde var olan saygılı ve hoşgörülü tutumun bir sembolü olarak, Müslüman olan-olmayan bütün evlatlarının —ve bu eşsiz yapıyı ziyarete gelmek isteyen dünya vatandaşlarının ibadetine açık bir inanç evi haline dönüştürülseydi o zaman genetik kodlarımıza uygun davranmış olurduk. Böylece dünyada bir ilke imza atarak yurt dışındaki kimi camilerimizin kapısına kilit asan ama turizmde söz sahibi olan sözde “medeni” AB üyesi ülkelere de anlamlı bir mesaj verebilirdik. Ancak biz, 624 yıl hüküm sürmüş çok sesli bir imparatorluğun ve “yurtta barış, dünyada barış” diyen kurucu önderimizin hoşgörü ikliminden çıkarak farklı bir yola girmeyi tercih ettik.