Mustafa KAYA

Mustafa KAYA

462 Yazı

(EKOPOLİTİK) TİYATRO; DEVRİMCİ USTASI’NI KAYBETTİ

**FERHAN ŞENSOY’DAN MİRAS, İRAN’DAN AFGANİSTAN’A UZANAN BİR BÜYÜK TİYATRO OYUNU ÖYKÜSÜ; "SADECE ATLARI DEĞİL, ŞAHLARI DA VURURLAR!"

Yıl 1981.. Buca Eğitim’de öğrenciyiz. 12 Eylül Cuntası’nın tüm baskıcı ve faşizan uygulamaları ve karanlık eylemleri ile ülkenin üzerine acımasızca abandığı ve bir karabasan gibi çöktüğü “ev baskınları, çatışmalar, gözaltılar, birinci şubeler, DAL ve işkenceler, barış-kaynaş gösterileri ile eziyetleri katlayan cezaevleri, idamlar, sürgünler, takipler, yargısız infazlar ve yasaklarla” dolu günler. İşte yine sıkıntılı o günlerden biriydi. O dönemde Ege’nin en önemli kültür-sanat ve eğlence merkezi olan İzmir Enternasyonal Fuarı’nda (bugünkü Kültürpark) sergilenen bir oyun gelmişti kente; “Şahları da Vururlar.” Oyunun o ünlü afişinin üzerinde; kadınlı erkekli kara çarşaflara bürünmüş oyuncuların bir fotoğrafı ve oyunun adı olan “Sadece atları değil, Şahları da Vururlar!” yazısı vardı. Baskı ve tahakküm koşullarından bunalan hepimizin yüzünde bir aydınlanma ve tebessüm belirdi. Büyük bir heyecan içinde bu oyunu izlemek için Fuara koştuk.. Ferhan Şensoy’un yazıp sahnelediği kendisinin de oynadığı “Şahları da Vururlar!”  adlı bu oyun 70’li yılların sonu ve 80’lerin başında komşu ülke İran’da olan bitenleri en iyi şekilde anlatan bir oyundu.


Oyunda; Ömer Hayyam’ın bugüne tezahürünü Ferhan Şensoy bizzat kendisi oynarken, “Halit Akçatepe, Rasim Öztekin, Baykal Kent, Ulvi Alacakapan, Tarık Pabuçcuoğlu, Fuat Güner (MFÖ),  Özkan Uğur (MFÖ), Nejat Yavaşoğulları (Bulutsuzluk Özlemi), Ayla Aslancan, Zeynep Tedü, Ajlan Aktuğ, Fethi Çeviker, Sevil Çeviker, Zafer Diper, Ekrem Erkek, Yusuf Özel, Derya Yener, Adnan Şensoy, Hikmet Karagöz, Erbil Çeviker ve Deniz Özen” gibi tiyatro ve sinemanın önemli isimleri de aynı oyunda rol almıştı.



NEBİL ÖZGENTÜRK’LE “FERHAN ŞENSOY’UN ARDINDAN”
Evet, aradan yıllar geçti. Ve Uluslararası İzmir Fuarı 2021 Eylül’ünde kapılarını 50. kez açtı. Geçtiğimiz Pazar yine İzmir Fuar alanındaydık. Ve bu kez (40 yıl sonra) 30 Ağustos 2021 gecesi hayata veda eden “Tiyatronun Devrimci Ustası” Ferhan Şensoy’u ünlü Belgeselci Nebil Özgentürk’ün ağzından dinlemek için yine aynı yerdeydik. Önce sinevizyon ekranından; televizyoncu, yazar, belgeselci Nebil Özgentürk’ün hazırladığı Ferhan Şensoy filmini izledik. Ve Özgentürk’ün yürek burkan, hüzünlü ve röportajlarından damıtılmış o incelikli üslubu ile Şensoy’u adeta yeniden yaşadık. Hem de kafamızda “Sadece atları değil, şahları da vururlar!” sözü yakıcı bir şekilde dolanır halde; Özgentürk’ün deyişi ile “O tiyatronun devrimci ustası, oyuncusu ve sanatçısını” hiç unutmamak üzere bir kez daha hatırladık ve andık.



Ferhan Şensoy’un “toplumcu, devrimci ve halkın içinden gelen bir kültür sanat adamı” olduğunu anlamak için Şahları da Vururlar oyununun ortaya çıkışından sahnelenişine kadar bütün hikayesine bir göz atmak gerekir. Bir de Nebil Özgentürk’ün ağzından; 12 Mart döneminde teksir makinesi ile bastığı Dev Genç bildirilerini boğazdan esen rüzgarın önüne katıp yüksek bir apartmanın tepesinden İstanbul’a nasıl yağdırdığını dinlemek lazımdır. Ayrıca ilk kitabı olan “Kazancı Yokuşu’nu” okumak şarttır.



Ferhan Şensoy’un tüm bu yönlerini en iyi “Şahları da Vururlar! Yeni Nesiller İçin Seyir Kılavuzu” başlıklı yazısında İzzeddin Çalışlar anlatır.

“Ferhan Şensoy’un İran’ı konu alan bir oyun yazma kararı alması da 1979’un yaz aylarında oldu. ‘Denememeler’ adlı kitabında her fırsatta ustası olarak yücelttiği Haldun Taner’le şöyle bir anısı yer alıyor: ‘Haldun Taner’e telefon ettim, oyunu ona okumak, fikrini almak istediğimi belirttim. Yarın için Divan Pub’da randevu verdi, heyecanlıyım. … defteri çantaya atıp fırladım evden. Son sahneyi de yazıp buluşsam hocayla daha iyi olur. Gelişmelere göre yeniden yazabilirim. İran halkının bağrına bastığı rehber Humeyni, şahlığı devirdikten sonra, İslami bir düzen kurmanın derdinde. Bu şahlıktan da acayip bir tehlike. Bunun altının çizilmesi gerek. Şah tü kaka, eyvallah da, Humeyni de az tehlikeli değil. Düşüncelerimi gezdirerek Gümüşsuyu’na ulaştım, Cumhuriyetgazetesi alıp girdim Park Kafeterya’ya. İkindi vakti. Bir tek adam var barda, suskun, dalgın, usul usul içkisini yudumluyor. Bara oturuyorum. İran haberleri gene tam sayfa. Humeyni genelevleri yasaklamış! Açıyorum defteri. Tahran’da iki ayakkabı boyacısı kerhanenin kapatılmasını konuşuyorlar: ‘HÜSO- Oyetullahımız maşımıza geçtiğinden meri heç mir derdimizi halletmemiş ... ilk işi kerhaneyi kapatmak olmuş. HASSO- Lan kerhane eyi mir şey mi? HÜSO- Kötü mir şey mi? HASSO- Kötü helbet. HÜSO- Kötü mötü, kerhane olmamış, olmaz orkadaş. Men dövrim olduğundan meri karı yüzü görmemişem. Oyetullahın yaşı yetmiş işi mitmiş. O yapamiir, kimse yapmasın öyle mi?’



ÖMER HAYYAM; “ŞİİRLER
ÖLMÜYOR Kİ ŞAİRLER ÖLDÜRÜLSE!”
Çantamda Şahları da Vururlar dosyası yürüyerek geldim Teşvikiye’den Elmadağ’a. Yüreğim küt küt çarpıyor, sanki sınava gireceğim. Haldun Taner Divan Pub’ın önünde, otel kapısından kaldırıma dek uzanan masalardan birinde oturuyor. İliştim karşısına.… ‘– Oku bakalım oyununu. – Uzun sürebilir... İsterseniz dosyayı size verebilirim. Bende bir kopya mevcut. – Hayır hayır, oku. Vaktim var…’ Sesim titreyerek başlıyorum okumaya. Bir peygamber sabrıyla sonuna dek dinliyor, kimi yerlerde gülüyor, gülümsüyor. ‘Çok güzel’ diyor sonunda. Ağlayacak gibi oluyorum. ‘– Gerçekten mi? --Evet. Hem çok güncel hem evrensel hem de sağlam bir güldürü. Uydurduğun dil çok güzel. Yalnızca birinci perde sonu bana biraz sert geldi.’ Birinci perde sonunda, Ömer Hayyam, Şah Rıza’nın huzurunda vuruyor sazın teline; Şahımızın önünde boynumuz kıldan ince. Şairem ki ölüme giderim geze geze. Şiirler ölmüyor ki şairler öldürülse. Şarkı sonunda Şah ‘Munu evvel ipe, ahır kurşuna dizsinler, ölüsünü değirmende çeksinler!’ buyuruyor. Hayyam’ın idamıyla bitiyor perde. Ustam (Haldun Taner) başka bir final öneriyor: ‘– İdamdan önce suçluya son arzusu sorulur. Şah, Hayyam’a son arzusunu sorsun. O da İran’ın veliahtını görmek istediğini söylesin. Şah ‘Ne veliahtı? Daha ortada gelin yok!’ desin, Hayyam şöyle yanıtlasın: ‘– Menim acelem yok, men meklerem!’ İki gözümden birer damla yaş süzülüyor, hüngür hüngür ağlamak üzereyim. Çok güzel bir perde finali armağan ediyor bana tiyatronun peygamberi Haldun Taner. Bu oyunu bir tiyatroya vermek istemediğimi, kendi düşündüğüm gibi sahneye koymak arzumu dile getiriyorum. ‘– Kendi tiyatromu kurmak istiyorum. – Paran var mı? – Hayır hocam. Buyurduğunuz gibi olay iki kalas, bir heves. İşin fenası bende sadece heves var, kalas parası da yok!’ Gülümseyerek koyuyor elini omuzuma; ‘– Kolay gelsin. Yolun açık olsun!’ Koyverdim dizginlediğim gözyaşlarımı Elmadağ’a, sel aldı. Gondolla döndüm Teşvikiye’ye…



SANA LAZIM YEDİ YEDİ, O DA HENÜZ İCAD EDİLMEDİ
İzzeddin Çalışlar “Şahları da Vururlar! Yeni Nesiller İçin Seyir Kılavuzu” başlıklı yazısını şöyle sürdürüyor;

“Şensoy’un yazarı, yönetmeni, oyuncusu, bestecisi ve yapımcısı olduğu oyunun prömiyeri 18 Mart 1980 günü aslen tiyatro olmayan Yapı Endüstri Merkezi’nin salonunda yapıldı. Ortaoyuncular oyunun gördüğü ilgi üzerine yıl sonuna doğru şehrin tarihi salonlarından olan Beyoğlu’ndaki Küçük Sahne’ye taşındı ve Şahları da Vururlar 1980’lerin ilk yarısı boyunca aralıksız olarak 586 kez sahnelendi. O süreçte Türkiye’nin gündeminde 1980’de yaşanan askeri darbenin baskıları ve tekrar demokrasiye geçiş kadar İran’dan Kudüs Ordusu aracılığıyla şeriatı esas alan bir rejim ihracı endişesi de vardı. Humeyni oyunun bir sahnesinde Şah Rıza’nın kâbusu olarak görünüyor, dev zarlarla oynadıkları tavla celsesi sonunda son sözü molla söylüyordu: “Sana lazım yedi yedi, o da henüz icat edilmedi.”



MFÖ’NÜN HİT ŞARKILARI “ŞAHLARI DA VURURLAR”DAN ÇIKTI
Oyunun şarkılarının ayrı bir tarihçesi yazılabilir. Birkaç yıl sonra popüler müziğin en uzun soluklu ve en etkili grubu olacak olan MFÖ’nün iki üyesi Fuat Güner ve Özkan Uğur, hem müziği icra ediyor hem de kimi rolleri üstleniyordu. Grup 1984 yılında çıkan ilk albümlerinde yeni sözlerle oyundan iki parçaya da yer verdi. “Ele Güne Karşı” ve “Yalnızlık Ömür Boyu”nun kırk yıldır en çok sevilen parçalar arasında yer almayı sürdürmesi de fenomenin başka bir boyutu. Oyunun biçimsel özellikleri Şensoy’un günümüze kadar sürecek olan yazarlık ve yönetmenlik tarzının manifestosu niteliğindeydi. Bir yandan Bertolt Brecht’in epik tiyatrosunun ortaoyunuyla kesişme noktaları vurgulanıyor, diğer yandan toplumsal yaşamın değişebilirliği, İran örneği üzerinden ironik bir dille yansıtılıyordu. 1980 yılında bu oyunla ilk kez perde açan ve kırk yıldır çizgisini sürdüren Şensoy’un tiyatrosuna isim olarak Ortaoyuncular’ı seçmesi de bu manifestonun parçası sayılabilirdi. Şensoy’un yazarlığındaki kendine özgü dil kullanımının ilk örneği sayılabilecek metin, kontekstten kaynaklanan Farsça göndermelerle bezeliydi.



İRAN DEVRİMİNE TAŞLAMA,
TÜRKİYE’YE GÖNDERME!
İzzeddin Çalışlar detaylı yazısına şöyle devam ediyor; “Yazar iki dil arasındaki yüzyıllara yayılan tarihsel alışverişin sonucu olarak Türkçede yer etmiş Farsça sözcükleri özenle seçerek metne yaymış, bu sözcüklerin sık rastlanan ‘m’ sesiyle başlama özelliğinden yararlanarak Farsça çağrışımlı sözcükler de türetmişti. Bu yöntem benzersiz bir gülmece etkisi yaratıyor, yazarın hemen hemen tüm metinlerine yansıyacak ‘Ferhangi’ biçemini belirliyordu. Şahları da Vururlar’ın çağdaş Türk tiyatrosunda açtığı çığır sadece biçimsel özelliklerinden ve yazarının dille oynama becerisinden kaynaklanmıyordu. Oyun, yaşarken yazılan bir tarih parodisiydi. Bir siyasi taşlama olarak İran’da yaşanan devrimi anlatırken Türkiye siyasetine de göndermeler yapıyordu.”

FARSÇA SÖZLÜ TÜRKÇE MÜZİK
“Bundan tam kırk yıl önce/ İran’da bir eğlence/ Sürdü kırk gün kırk gece/ Acemce bir köçekçe/ Şah Rıza, Şah Rıza, Şah Rıza henüz Prens Rıza../ Ömer Hayyam genç iken/ Yıl binüçyüz penç iken...” diye başlayan, İran’ın son kırk yılını özetleyen şarkı yazıldı.  Ve Ferhan Şensoy’un bu oyun için yazdığı bu şarkı; “Herkes bilir az biraz/ Mefailün failün/ Şiraz’da vardır kiraz/ Failatün failün... İran’da bir yangın var/ İtfaiye failün/Faili  belli değil/ Failatün failün/ Faili belli değil/ Herkes tutuklanıyor/ Mefailün failün/ Sebebi belli değil/ Failatün faşizma/ Failatün çok saçma…” diye devam eder.

DÜN İRAN BUGÜN AFGANİSTAN
Bugün Afganistan’da yeniden iktidar olan Taliban Rejimi ile birlikte “Bir İslam Cumhuriyeti, İslami esaslara dayalı bir rejim, Kökten dinci (fundamentalist) bir devlet yapısı” ısıtılıp bugünün gündemine yine eklendi. Hem de dijital devrimin; yapay zekanın, robotların, Bulut teknolojilerinin, sosyal medyanın, yeni ekonominin yani Endrüstri 4.0’ın” pratikte uygulandığı ve yığınların hayatına girdiği bir dönemde. İşte, Ferhan Şensoy bundan 40 küsur yıl önce Şahları da Vururlar oyununu yazarken İran’da “devrim” adı altında ortaya çıkan rejimi, yani mollalar rejimini işaret ederek “O sıralar dünyada şeriatı esas alan bir rejim ihracı endişesi de vardı. Ve bu oyunu biz bu kaygılara, saiklere dayanarak yazdık ve sahneledik” diyerek bugünlere de bir gönderme yapmıştı adeta. 
 
ŞİMDİ “YENİDEN ŞAHLARI DA VURURLAR ZAMANI”
Hiç beklemediğimiz bir anda ve hatta “Şahları da Vururlar” oyununu bugünlerde yeniden sahneleyeceği günü beklediğimiz bir sırada aramızdan ayrılan Ferhan Şensoy’un ilk kitabı “Kazancı Yokuşu” da konusunu halktan, sokaktan, toplumdan ve sahicilikten alan bir eser olarak hayatımıza girmişti. Kazancı Yokuşu’nun ön sözünü Haldun Taner yazmıştı;

“İlk olarak 1978 yılında okurla buluşan Kazancı Yokuşu, komiği bol mahalle ahalisinin kendi halinde sürüp giden yaşamlarının 1 Mayıs 1977’de yaşananlarla, okuru hüzne boğan bir kederle toplumsal olayların yaşamımıza etkisini gözler önüne seriyor.
“Je M’en Fiche Bilader’den, Haneler’den, kabareci yeteneklerini sevgi ile izlediğim Ferhan Şensoy’un taze, sıcak, halkçı bir mizahı var. Yazgıdaşları imişcesine yansıttığı Kazancı Yokuşu’nun insancıklarını da bu külfetsiz anlatısı içinde bizlere sevdiriyor. Bu insancıklar nasıl ezildiklerinin tortusunu günlük yaşam sevinci içinde unutuyorlarsa, yazar da sanki onlardan biriymiş gibi toplumsal ukalalıklardan, yazarca bilgiçliklere yeltenmeden anlatısının tadını çıkara çıkara onlara ayna tutuyor. Sade onları konuşturduğu diyaloglar değil, benzetileri ve yorumları bile argo. Öylesine onlardan. Yazımı bile onlarınki gibi yanlış kullanıyor. Bence üslubunu sevimli yapan da bu... Ben Ferhan Şensoy’un Kazancı Yokuşu’nu okurken zaman zaman Celine’i ya da San Antonio’yu okurken aldığım tada benzer haz duydum. Zaman zaman da Adnan Veli’nin Mapushane Çeşmesi’ndeki unutulmaz başarısını ansıdım.” (Haldun Taner-Önsöz) 

FERHAN ŞENSOY’UN KENDİ
KALEMİNDEN HAYATI
1951 yılında Çarşamba'da doğdum. Orta ve Lise öğrenimimi Galatasaray Lisesi'nde yaptım. Galatasaray beni bitiremedi, Çarşamba Lisesini tükettim. Güzel Sanatlar Akademesi'nde iki yıl okudum ayrıldım, Fransa'da Ecole Superieure d' Art Dramatique (Yüksek Dramatik Sanatlar Okulu) bitirdim. Magic Circus'te Jerome Savary'nin asistanı olarak çalıştım. Magic Circus'le bir Avrupa turnesinden sonra Kanada'ya gittim. Orada, kendi yazdığım iki Fransızca oyunu sahneye koydum. 1975 sonunda Türkiye'ye döndüm, değişik tiyatrolardan oyuncu olarak çalıştım, iki büyük Anadolu turnesi yaptım, 1980'de Ortaoyuncuları'nı kurdum. İlk kitabım Kazancı Yokuşu 1978'de basıldı. Şahları da Vururlar oynanan sekizinci oyunum, bu oyundaki Ömer Hayyam rolü en çok oynadığım rol oldu. Şahları Da Vururlar oyununda yönetmen ve oyuncu olarak yer alan Şensoy’un, Fuat Güner'le birlikte müziklerini de yaptığı oyunu, Avni Dilligil Jüri Özel Ödülü ve Dergi-13’ün, En Başarılı Oyun Ödülü’ne layık görüldü. Kenter Tiyatrosu'nda dört haftalık gösteriden sonra, Ortaoyuncular, Şahları Da Vururlar’ı, 10 Kasım 1990'da taşındıkları Beyoğlu'ndaki Küçük Sahne'de sahnelemeye devam etti. 
fixed-whatsapp-icon