Tüm Dünya olarak; Sosyal hayatımızı, alışveriş kültürümüzü hatta yeme içme alışkanlıklarımızı bile etkileyen bir dönüşümü yaşamaktayız.
COVİD 19 un Çin'den dünyaya yayılması ve öldürücü etkisinin yanı sıra ekonomik çöküntüye de yol açması ve bu tür hastalıkların yeniden ortaya çıkması riski, sinofobi (Çin ve Çinli düşmanlığı) yi artırmaya başladı. İnsanların artık Çin malı ürünlere daha mesafeli yaklaşacağını ve Çin malı ürünlere güvensizliğin artacağını tahmin etmek hiç de zor değil.
Bunun yanı sıra, her geçen gün etkisini artıran ABD - Çin arasındaki ticari savaş, tüm devletler açısından ticari ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesini zorunlu hale getiriyor. Pandemi sürecinin de etkisiyle ticari partnerler ve tedarik zincirlerinin çeşitlendirilmesi gerektiğinin herkes farkına vardı.
Yatırımcıların Çin'e yaptığı doğrudan yatırımları başka ülkelere yayması düşüncesi yatırım için cazip ülke arayışını doğuruyor.
Asgari ücretin 300 dolar seviyelerine çıktığı Çin'de, maliyet avantajlarının yavaş yavaş kaybolmakta olduğu ve üretim açısından Türkiye'nin rekabet edebilir konuma ulaşıyor olması gözlerin Ülkemize çevrilmesini sağlıyor.
İşte tam da bu noktada Türkiye'nin yıllardır verdiği mücadele ve emeğinin karşılığını alabileceği bir fırsat doğduğunu söyleyebiliriz.
Siyasi istikrarın devam ediyor olmasının yanında, Türkiye'nin savunma sanayinde kendisini ispat etmesi ve yazılım alanında ciddi bir yol kat etmiş olmasının verdiği güven yanı sıra jeopolitik konumu, lojistik altyapısı ve pazarlara ulaşma kolaylığı yatırımları çekmesi açısından büyük bir avantaj oluşturuyor.
Pandemi sürecinde verilen örnek mücadele ile süreci en az hasarla atlatan ülke olarak tüm takdirleri toplayıp, Dünyanın Türkiye ‘ye olan bakış açısını olumlu yönde etkilemeyi başardık. Ayrıca üretimlerini büyük oranda Çin' e bağımlı hale getiren ve bu sebeple Pandemi krizinin patlak verdiği dönemde sağlık çalışanlarına birkaç centlik bir cerrahi maskeyi dahi tedarik edemeyen Amerika ve birçok Avrupa Ülkesine tıbbi malzeme yardımı yaparak, üretimde dışa bağımlı olmadığımızı ve hızlı çözüm üretme konusunda ne kadar güçlü olduğumuzu da göstermiş olduk.
Artık dünyada Türk Malı ürünler kalitesi ile ön plana çıkan ve rekabet gücünü ortaya koyan bir pozisyona yerleşti diyebiliriz. Ancak en başta belirttiğimiz gibi ticaretin bir dönüşüm içerisinde olduğunu da atlamamak gerekir. İhracatımızın yaklaşık yüzde ellisini gerçekleştirdiğimiz Avrupa' nın, bu dönüşümde başı çekeceğini düşünürsek, Ar-ge ve inovasyonun çok büyük bir önem kazandığını söyleyebiliriz.
Önümüzdeki 10 yıl içerisinde 1 trilyon dolarlık bir üretimin Çin' den çıkarak başka Ülkelere kayacağını göz önüne alırsak, bu dönüşüm içerisinde hızlı hareket edebilen ve dönüşüme ayak uydurabilenlerin bu pazarda kendisine pay bulabilmesi mümkün olacaktır. Üreticilerimizin bu dönemde ihracatın yanı sıra Ar-ge ve İnovasyona daha fazla önem vermesi ve her zamankinden daha çok çaba göstermesi sonuç verecektir.