Denizli Tekstil ve Giyim Sanayicileri Derneği ve Denizli Metropol Haber işbirliği ile “DETGİS'in '20. Yılında 20 Duayen İş insanı” ile belgesel tadında hazırlanan programın onuncu bölümü yayınlandı. Denizli Metropol’de konuğumuz Küçüker Tekstil Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Nejat Küçüker oldu.
Her Hafta Salı günü yayınlanan ve tekstil duayenlerinin hayatlarının anlatıldığı çok özel programın onuncu bölümünde Duayen İşadamı Nejat Küçüker, iş ve özel hayatından kesitler anlattı.
DETGİS Yönetim Kurulu Üyesi Seher Gürgün’e mesleğe nasıl başladığından, bugünlere nasıl geldiğine kadar birçok konuda tecrübelerini aktaran İşadamı Küçüker, iş yaşamındaki başarısının sırlarını da Denizli Metropol ile paylaştı. İzleyici rekoru kıran programda ayrıca Denizli tekstil sanayisinin dünü ve bugünü de masaya yatırıldı.
İŞTE O RÖPORTAJ
SEHER GÜRGÜN: Sizi tanıyabilir miyiz?
NEJAT KÜÇÜKER: Kendimi tanıtmadan önce şunu söylemek istiyorum. Aslında bu röportajı yapması gereken babamdı. Ancak maalesef babam, annem ve eniştemi koronavirüs hastalığı nedeniyle kaybettik. Onları bir kez daha anmak istiyorum. Bu vesile ile izleyenlere bir mesajım var. Olaylar yeniden artış eğiliminde ve göründüğünden daha ciddi. Korunmak ise çok basit. Maske, mesafe ve hijyene önem vermemiz lazım. Vatandaşlarımız bu konuda hassas olmalı. Bu konuda herkes duyarlı olmalı. Tedavide emeği geçen tüm sağlık çalışanlarının çok büyük özverileri var. Onların hakkını ödemek çok zor. Onlara dualarımı gönderiyorum. Herkesin onlara daha iyi ve şefkatli davranmasını istiyorum. Onların üzerindeki yükü anlamak mümkün değil. Biz ilk başlarda bunu sadece televizyondan izliyorduk. Hastalık başa gelince durumun farklı olduğunu anlıyorsunuz. Hastane odalarında tedavi olmak, vakit geçirmek çok zor. Bende 12 gün hastanede kaldım. Birebir yaşadım. Basit önlemlerle bunu önlemek mümkün. Duyarlı olmak gerekiyor. Benim hikayeme gelince; 1961 Denizli doğumluyum. Üniversiteye kadar Denizli’de okudum. Sonra İstanbul’da Kimya Mühendisliği eğitimi aldım. Bir yıl yurt dışında dil eğitimi aldıktan sonra, dönüp aile şirketinde çalışmaya başladım. Bizim nesil ilkokuldan sonra bir işin içinde doğduğu için okul dışındaki hayatım; atölyede ve işyerinde aile içinde geçti. O yüzden işe aşinayım. Mesleki eğitim, ilkokul yıllarından sonra doğal bir şekilde dedelerimiz ve babalarımızla birlikte başlamış oldu. İşin içinde doğduk ve işle birlikte büyüdük. İş bir yere doğru evrildi, üniversite eğitiminin de verdiği vizyonla birlikte şirketi hep birlikte ileriye taşıdık.
SEHER GÜRGÜN: Siz üniversiteye gitmeye nasıl karar verdiniz? Bildiğimiz kadarıyla ailede ilk üniversite eğitimi alan sizsiniz?
NEJAT KÜÇÜKER: Ben okumak istedim. Babam ve amcalarım herhangi bir okulu bitiremedi. O günkü şartlarda çalışmaları gerekiyordu. Yön ve yol gösteren yoktu belki de. İlk Robert Koleji imtihanına girdim, kazanamadım. Sınava gittiğimde test sistemi vardı. Ben test sistemini ilk kez sınavda gördüm. Klasik yazılı imtihanlara girmiştim daha önce. Kazanamadım. Kötü bir sonuç aldım. Kazanabilirdim aslında. O zamanki şartlarda lise eğitimi aldım. 76 – 78 yılları zor bir dönemdi. Terörün pik yaptığı zamanlardı. Denizli Lisesindeydim. Öyle bir dönemde okumaya çalıştım. Son sene Kimya dersi göremedim. Hocamız tayin olmuştu ve ben üniversitede kimya mühendisliğini kazandım. Aslında meslek tekstil olduğu için tekstil mühendisi olmak istemiştim. Yeterince tekstil mühendisliği bölümü olmadığı için araya bir tane de kimya mühendisliği tercihi yapmıştım. O tuttu. Öylece kimya mühendisliğini kazandım. İlk başlarda çok kötü geçti okul. Denizli’den tek başına İstanbul’a gitmiş bir talebe. Zaman kötü. Her tarafta bombalı pankartlar. Tek başına yaşıyorsunuz. Herkes birbirinden korkuyor. Arkadaşlık yok. Sınıfta 123 kişiydik. Çok çalışkan arkadaşlar vardı. Daha hoca soruyu yazarken cevabını söylüyorlardı. Kimya konusunda alt yapım yoktu. İlk dönemin sonunda okulu bırakmaya karar verdim. Babam gelmişti ona söyledim. Ya fabrikaya döneyim, ya da beni Almanya’ya gönder dedim. Babam kabul etmedi. Bizim okulun mezunu kimya mühendisi birini buldu bana özel ders vermesi için. Ben okuyamayacağımı söyledim hocaya. Hoca bana “Sen bu işi yaparsın, ben sana özünü göstereceğim” dedi. Sömestr tatilinde bana ders verdi ve ben ikinci dönemde birazda okuldaki bir asistanımızın yardımıyla kurtardım. 4 yılda bitirdim. Üç kişi mezun olduk. Birçok arkadaşım çok çok sonra mezun oldu. Ben mezun olduğuma inanamadım. Ama çok çalıştım. Akabinde İngiltere’de lisan eğitimi aldım. O da çok isabetli bir karardı. 84 yılında Denizli’ye döndüm. İhracat başlamıştı. Özal dönemiydi. Babam “Sen mühendis oldun gel işleri düzelt” dedi. Teknik imkanlar fabrikada kısıtlıydı. Okulda verilen eğitimle pratik aynı değildi. Sıfırdan başlamanız gerekiyor tabi. Boya bölümünde çalışırken, bir yandan da babamın yanında çalışıyordum. Lisan bilen yok, iş çok. Bir anda ihracat başladı. İletişim çok zordu. Telefon sıkıntılıydı. Teleksle yazışıyorduk. O da zor bir iletişim yöntemiydi. Bu benim için iyi bir eğitim oldu. Pazarlama ve yurt dışı ile temas. Benim farklı bir kulvarda yetişmeme vesile oldu. Zorluklar hep vardı. Türkiye’de ekonomik sistem çok hızlı değişiyordu. Yurt dışı farklı. Kendi kendimize öğrendik birçok şeyi. Yetişmiş eleman yoktu. Bizden sonra çok firma ortaya çıktı. Bizden elemanlar o şirketlere gitti. Küçüker Tekstil bir okul haline geldi. Biz eleman yetiştirmekten kendimize yetemedik. Aynı işleri farklı bir coğrafyada yapsak belki çok daha farklı olabilirdi.
SEHER GÜRGÜN: Siz firmaya geldiniz ve işe başladınız. Peki, bugünlere gelme anlamında neler yaptınız? O günleri anlatır mısınız?
NEJAT KÜÇÜKER: O zamanki şartlar ilkel ve geriydi. 80’li yılların başında Türkiye kapalı bir ekonomiydi. Teknik imkanlar çok kısıtlıydı. Sanayideki eski fabrikamızdaki yerimizde boyahane vardı, su arıtma tesisi yoktu. O şartlarda bu su ile boya yapmak mucizeydi. Makinalar çok ilkeldi. Kontrol mekanizması yok. Tamamen manuel. İnsan gücüne dayalı. İnsanlar bile çalıştırmakta zorlanıyordu. Allaha emanetti o günkü şartlarda iş. Ulaşım büyük problem. Denizli’den İzmir’e gitmek bile 4-5 saat sürüyordu. İş İstanbul da dönüyordu. İstanbul’a gidip gelmek otobüsle oluyordu. Yolculuk zordu. Uzun yıllar uçak olmadı. Yurt dışı için İstanbul ve İzmir’i kullanıyorduk. Faks sonra geldi. Telefon kısıtlıydı. Yurt dışına gittiğinizde özgüven eksikliği vardı. Nasıl iş yapılır bilmiyorduk. Çalışarak öğrendik. Hiç unutmam. Bir gün ABD’deki müşterimiz “Victoria Secret ‘in CEO’su Türkiye’ye Denizli’ye gelecek” dedi. Kendi özel uçağı ile gelecekti. “Denizli’ye nasıl gelebiliriz” diye sordular. Yıl 1995. O zaman Çardak Havaalanı özel uçuşlara kapalıydı. Oraya inemedi. İzmir’e indirdik. İzmir’den helikopterle gelebilir mi?. Öyle bir imkanda yok. Hanımefendi bir gece Denizli’de kalacak. Firmaları gezecek. Misafirimizi Denizli’de yatıracak misafir edecek ve yemek yedirecek yer yok. O zaman ilk aklıma gelen tuvaleti temiz neresi var. Hangi restorana götürebiliriz onu düşünüyoruz. Bir balık restorana götürdük. Pamukkale’deki bir oteli ayarladık. Bu bile o zamanki şartları anlatıyor. Bu sadece bize özel değil, tüm firmaların sorunuydu. Özellikle ulaşım büyük sorundu. Şimdilerde dünya büyük bir değişim içinde. Dünya değişiyor. İnternet yapay zeka anlamında; o değişimi yaşıyoruz. Büyük değişiklikler olacak. Gençlerin buna göre hazırlanması gerekiyor. 15 -20 yıl sonra belki günümüzdeki geçerli meslekler silinecek ve yeni meslekler ortaya çıkacak. Yenilerin kendilerini ona göre yetiştirmesi gerekiyor.
SEHER GÜRGÜN: Siz aile şirketinizde kaçıncı kuşaksınız? İşin içinde genç nesiller var mı?
NEJAT KÜÇÜKER: Ben üçüncü kuşaktanım. Şirketin kuruluşu dedem. Babadağ’dan Denizli’ye geliyor. Hacı Mehmet Küçüker. Burada bir tezgahla dokuma işine başlıyor. Yanında babam ve amcalarım var. İşi yürütmeye başlıyorlar. Daha sonra büyük amcam bizden ayrılıp kendi işini kuruyor. Babam ve küçük amcamla bu iş devam ediyor. Ana işimiz o dönem bez dokuma ile başlayıp mendille devam ediyor. Aslımız mendilcilik. 77 yılına geldiğimizde Türkiye’deki mendilin yüzde 75’ini biz üretiyorduk. Özal dönemi ile havlu bornoz ihracat işine başlanıyor. Ben 84 yılında şirkete dahil oldum. Ardından kardeşim ve kuzenler geldi. Dedem, babam ve amcam ile birlikte üç ortakla devam etti. Daha sonra ihracatın ve müşterilerin yönlendirmesi ile bornoz, havlu, fason boya baskı işleri ve gömleklik kumaşla bugünlere geldik. Pijama, sabahlık, gecelik, çarşaf ve nevresim üretimi yaptık. Şirket; piyasanın ihtiyaçlarına göre kendini yönlendirdi. Ben lisan bilgim nedeniyle birçok konu ile ilgilenir oldum. Mesleki eğitimde olduğu için makine parklarının araştırılması konusunda da katkım oldu. İş büyüdü. Günümüze geldiğimizde ana üretimimiz havlu. Nevresimde büyüdük. Fantezi gömleklik kumaş üretiyoruz. Dört ana konuda uzmanlaştık. Birkaç yıl içinde tam istediğimiz yere gelmiş olacağız. Verimlilik ve modernizasyona ağırlık vererek, önümüzü 20 yıl daha açmış olduk. Baya yol aldık. Son 5 yıl içinde çocuklarımızda yetişti. Şimdi kardeşimle birlikteyiz. Yeğenler ve oğlum ve kızımda işe başladı. Onların eğitimleri de devam ediyor. Önümüzdeki yıllarda yönetimi devralacaklar. Onlar fili olarak çalışacak biz danışman anlamında görev yaparız. Yapı iyice kurumsallaşacak. İşiniz var, iyi de gidiyor. Ama dünya dinamikleri hızlı değişiyor. Bambaşka bir geleceğe gidiyoruz. Yerinde durmamak ve yeni ufuklara açılmak lazım. Biz bu konuda şirket olarak çok şanslıyız. Bizler yetişirken işin yönetsel konusunda bizi eğitecek bir kurum yoktu. Şimdi öyle değil. Üçüncü kuşaktan dördüncü kuşağa işi devretmek üzere gidiyoruz. Ne yaptığımızı iyi biliyoruz. Ben geleceğe umutlu bakıyorum. Türkiye’de birçok olumsuzluk var. Yarın ne olacağını bilemiyorsunuz. Ama bir fikir ve güç birliği varsa bu bir şekilde aşılır.
SEHER GÜRGÜN: Defalarca krizler yaşandı ülkede bu krizlerden nasıl etkilendiniz?
NEJAT KÜÇÜKER: İlk krizi 1974’de gördüm. Kıbrıs Harekatında. 1980 darbesini hatırlıyorum. Onun üç yıl öncesini de gözlemledim. O dönem talebe olduğumuz için o krizleri pek hissetmedik. Özal seçildi. Ben İngiltere’deydim. Türkiye farklı bir yöne evrildi. Körfez krizi yaşandı. ABD’de müşteri ziyaretindeydim. Pazar günüydü. ABD uçakları bombalıyordu körfezi. ABD’de herkes normal yaşamını sürdürüyordu. Bizde olsa farklı olur. Ertesi gün babam aradı. Oğlum “Burada bankalar kapandı. Ticari faaliyetler durdu. Para lazım. Müşteriden biraz para gönder” dedi. Ben banka yoluyla gönderemem dedim. “Bankayla pazarlık yap. Ben buradan çıkartayım dedim” Yanlış hatırlamıyorsam 1 milyon dolarlık bir rakam çıkartıldı. Müşterilerle güvene dayalı diyaloglarımız iyiydi. O yüzden bu kadar büyüdük ve geliştik.
SEHER GÜRGÜN: ABD ihracatı ile birlikte mi daha çok büyüdünüz? Nasıl başladınız ABD pazarına?
NEJAT KÜÇÜKER: İhracata ilk ABD ile başladık. Türkiye o dönemler ABD için Pakistan gibi bir yer. Zordu. Her şey gerideydi. O yıllarda Türkiye ihracatla açılmaya başlayınca ABD’de yaşayan Türk asıllı Yahudi bir vatandaş Miami’de bir golf sahasında ABD’li bir bornoz satan kişiyle tanışıyor. Sen Türkiye’densin bu işi Türkiye’de yaparlar mı? diye soruyor. O da Türkiye’ye gelip araştırıyor. Bizle çalışmaya başladılar. Kapasite adım adım artarak büyüdü. Üretim şartlarımız zordu. İhracat mantığı yoktu o zamanlar. Ne yapsan satıyorsun Türkiye’de. Ama Avrupa ve ABD’nin kriterleri farklı. Küçük bir sökük Türkiye’de önemli değil ama onlar için çok önemli. Victoria Secret ile çalışmaya başlayınca bunu daha iyi anladık. Sonradan öğrendik ve standartları yükselttik ve üretimleri artırdık ve geliştirdik. İhracatla birlikte
merak ettik, öğrendik. Yapmamız gerekiyordu ve yaptık. Türkiye’deki tekstil sektöründeki firmalar bu evrelerden geçti. Bunu iyi yapanlar bugünlere geldi, yapamayanlar silindi, gitti. Tekstil sektörü Türkiye’nin turizmle birlikte en önemli sektörü. Bu sektörlere iyi bakmak ve sahiplenmek lazım. Daha iyiye taşımak için bu gerekli.
SEHER GÜRGÜN: Aile şirketisiniz. Bunu nasıl yönetiyorsunuz? Aile şirketi olarak büyümeye çalışan diğer aile şirketlerine ne tavsiye edersiniz?
NEJAT KÜÇÜKER: Bunun yazılı bir kuralı yok. Aile şirketlerinin yüzde 95’i üçüncü nesillere varamıyor. Bu tüm dünyada var. Aile şirketlerinde belli bir aşamadan sonra bana göre hissi ilişkilerin ve egoların bir kenara bırakılması gerekiyor. Yen neslin bilinçli yetiştirilmesi gerekiyor. Yeni nesil iyi yerlerde iyi imkanlarla okudu. Yeni teknoloji ve iş imkanlarını öğrendiler. İstemekle yapmak farklı bir şey. Hedefi iyi bilmek gerekiyor. Gençlerimizin büyük bölümü iş beğenmiyor. Bir baltaya da sap olmuyorlar. Hepsi böyle değil tabi. Yapmaları gereken ellerindeki işlere sahip çıkmak. Okul bitiminde esas eğitim başlıyor. Yeni nesle tavsiyem bir aile şirketleri ya da tanıdıklarının bir işi varsa girsinler çalışsınlar. O hayatı ve o işi tanımaları önemli. Ben küçükken bayramlarda PTT önünde mendil satıyordum. Tommiks , Teksas kitapları alıp satıyordum. Hepsi bunların birer tecrübe. Bunların yapılması lazım. Özellikle okul döneminde. Okul bittikten sonra hayat başlıyor. En az 10 yıllık pratik bir eğitim lazım. O zaten hiç bitmez. Okulla pratiği birleştirdikten sonra profesyonellik başlıyor. Daha sonra yönetsel bazda çalışmalar başlıyor. Bu bir döngü. O konuda biz şanslıyız. Bir sonraki jenerasyonu hazırlıyoruz. En önemlisi sağlık, iyi bir aile yapısı ve eğitim. Yaptığınız işin dinamiklerini bilmezseniz, yetersiz ekiplerin elinde oyuncak olursunuz. İşi sürdüremezsiniz. İşin çekirdeğini iyi öğrenmek gerekiyor. Çalışan değil, iyi çalıştırabilen olmak önemli.
SEHER GÜRGÜN: Sizi bugüne kadar iş anlamında en çok heyecanlandıran nedir? Çocukluğunuzda en çok özlem duyduğunuz şey neydi?
NEJAT KÜÇÜKER: En çok neyi özlüyorum. O zamanların atmosferi ve doğallığını özlüyorum. O dönem Denizli’de apartman, buzdolabı yoktu. Ama komşuluk ilişkileri kuvvetli ve samimiydi. Yemek arkası sohbetler. Büyükleri dinlemek. Yardımlaşmak. İlk TV geldiğinde herkesin birinin evine toplanıp izlemesi. O samimi hayatı, akrabalık ve dostluğu özlüyorum. Hep beraber yapılan iftarlar, bayramlaşmalar. O dönemle ilgili çok anım var. Saltak’taki evimizin önünde bir arık vardı. Önünde selviler vardı. Tulumbadan su çekerdik. Artık onlar kalmadı. İşin manevi tarafında kayıplar var. Geri gelmeyecek günler.
SEHER GÜRGÜN: Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?
NEJAT KÜÇÜKER: COVİD’e kadar farklıydı. COVİD’den sonra farklı oldu. Annemi, babamı ve eniştemi kaybettim. Üç ay evde kaldım. Hastalığı geçirdim. İşten uzak kaldım. Ölümle tanışıyorsun. Düşüncelerin ve duyguların değişiyor. Sağlığın ne kadar önemli olduğunu anlıyorsun. Bizimkileri 12 gün içinde kaybettik. Her şey bir anda boş oluyor. Sağlıklı olmak ve mevcudu aile ve dostlarla birlikte paylaşmak en güzeli. Biraz rölantiye aldım hayatı. Sabah 8.00 gibi kalkıyorum. Kahvaltıdan sonra 09.00 gibi işyerine geliyorum. Saat 16.00 gibi eve gidiyorum. Spor yapıyorum. Ailemle birlikte vakit geçiriyorum. Daha dingin bir yaşam sürüyorum. Yeme içme alışkanlıklarımızı değiştirdik. Daha doğal besleniyorum.
NEJAT KÜÇÜKER İLE YAPILAN BU ÇOK ÖZEL RÖPORTAJIN TAMAMINI BURADAN İZLEYEBİLİRSİNİZ…
Her Hafta Salı günü yayınlanan ve tekstil duayenlerinin hayatlarının anlatıldığı çok özel programın onuncu bölümünde Duayen İşadamı Nejat Küçüker, iş ve özel hayatından kesitler anlattı.
DETGİS Yönetim Kurulu Üyesi Seher Gürgün’e mesleğe nasıl başladığından, bugünlere nasıl geldiğine kadar birçok konuda tecrübelerini aktaran İşadamı Küçüker, iş yaşamındaki başarısının sırlarını da Denizli Metropol ile paylaştı. İzleyici rekoru kıran programda ayrıca Denizli tekstil sanayisinin dünü ve bugünü de masaya yatırıldı.
İŞTE O RÖPORTAJ
SEHER GÜRGÜN: Sizi tanıyabilir miyiz?
NEJAT KÜÇÜKER: Kendimi tanıtmadan önce şunu söylemek istiyorum. Aslında bu röportajı yapması gereken babamdı. Ancak maalesef babam, annem ve eniştemi koronavirüs hastalığı nedeniyle kaybettik. Onları bir kez daha anmak istiyorum. Bu vesile ile izleyenlere bir mesajım var. Olaylar yeniden artış eğiliminde ve göründüğünden daha ciddi. Korunmak ise çok basit. Maske, mesafe ve hijyene önem vermemiz lazım. Vatandaşlarımız bu konuda hassas olmalı. Bu konuda herkes duyarlı olmalı. Tedavide emeği geçen tüm sağlık çalışanlarının çok büyük özverileri var. Onların hakkını ödemek çok zor. Onlara dualarımı gönderiyorum. Herkesin onlara daha iyi ve şefkatli davranmasını istiyorum. Onların üzerindeki yükü anlamak mümkün değil. Biz ilk başlarda bunu sadece televizyondan izliyorduk. Hastalık başa gelince durumun farklı olduğunu anlıyorsunuz. Hastane odalarında tedavi olmak, vakit geçirmek çok zor. Bende 12 gün hastanede kaldım. Birebir yaşadım. Basit önlemlerle bunu önlemek mümkün. Duyarlı olmak gerekiyor. Benim hikayeme gelince; 1961 Denizli doğumluyum. Üniversiteye kadar Denizli’de okudum. Sonra İstanbul’da Kimya Mühendisliği eğitimi aldım. Bir yıl yurt dışında dil eğitimi aldıktan sonra, dönüp aile şirketinde çalışmaya başladım. Bizim nesil ilkokuldan sonra bir işin içinde doğduğu için okul dışındaki hayatım; atölyede ve işyerinde aile içinde geçti. O yüzden işe aşinayım. Mesleki eğitim, ilkokul yıllarından sonra doğal bir şekilde dedelerimiz ve babalarımızla birlikte başlamış oldu. İşin içinde doğduk ve işle birlikte büyüdük. İş bir yere doğru evrildi, üniversite eğitiminin de verdiği vizyonla birlikte şirketi hep birlikte ileriye taşıdık.
SEHER GÜRGÜN: Siz üniversiteye gitmeye nasıl karar verdiniz? Bildiğimiz kadarıyla ailede ilk üniversite eğitimi alan sizsiniz?
NEJAT KÜÇÜKER: Ben okumak istedim. Babam ve amcalarım herhangi bir okulu bitiremedi. O günkü şartlarda çalışmaları gerekiyordu. Yön ve yol gösteren yoktu belki de. İlk Robert Koleji imtihanına girdim, kazanamadım. Sınava gittiğimde test sistemi vardı. Ben test sistemini ilk kez sınavda gördüm. Klasik yazılı imtihanlara girmiştim daha önce. Kazanamadım. Kötü bir sonuç aldım. Kazanabilirdim aslında. O zamanki şartlarda lise eğitimi aldım. 76 – 78 yılları zor bir dönemdi. Terörün pik yaptığı zamanlardı. Denizli Lisesindeydim. Öyle bir dönemde okumaya çalıştım. Son sene Kimya dersi göremedim. Hocamız tayin olmuştu ve ben üniversitede kimya mühendisliğini kazandım. Aslında meslek tekstil olduğu için tekstil mühendisi olmak istemiştim. Yeterince tekstil mühendisliği bölümü olmadığı için araya bir tane de kimya mühendisliği tercihi yapmıştım. O tuttu. Öylece kimya mühendisliğini kazandım. İlk başlarda çok kötü geçti okul. Denizli’den tek başına İstanbul’a gitmiş bir talebe. Zaman kötü. Her tarafta bombalı pankartlar. Tek başına yaşıyorsunuz. Herkes birbirinden korkuyor. Arkadaşlık yok. Sınıfta 123 kişiydik. Çok çalışkan arkadaşlar vardı. Daha hoca soruyu yazarken cevabını söylüyorlardı. Kimya konusunda alt yapım yoktu. İlk dönemin sonunda okulu bırakmaya karar verdim. Babam gelmişti ona söyledim. Ya fabrikaya döneyim, ya da beni Almanya’ya gönder dedim. Babam kabul etmedi. Bizim okulun mezunu kimya mühendisi birini buldu bana özel ders vermesi için. Ben okuyamayacağımı söyledim hocaya. Hoca bana “Sen bu işi yaparsın, ben sana özünü göstereceğim” dedi. Sömestr tatilinde bana ders verdi ve ben ikinci dönemde birazda okuldaki bir asistanımızın yardımıyla kurtardım. 4 yılda bitirdim. Üç kişi mezun olduk. Birçok arkadaşım çok çok sonra mezun oldu. Ben mezun olduğuma inanamadım. Ama çok çalıştım. Akabinde İngiltere’de lisan eğitimi aldım. O da çok isabetli bir karardı. 84 yılında Denizli’ye döndüm. İhracat başlamıştı. Özal dönemiydi. Babam “Sen mühendis oldun gel işleri düzelt” dedi. Teknik imkanlar fabrikada kısıtlıydı. Okulda verilen eğitimle pratik aynı değildi. Sıfırdan başlamanız gerekiyor tabi. Boya bölümünde çalışırken, bir yandan da babamın yanında çalışıyordum. Lisan bilen yok, iş çok. Bir anda ihracat başladı. İletişim çok zordu. Telefon sıkıntılıydı. Teleksle yazışıyorduk. O da zor bir iletişim yöntemiydi. Bu benim için iyi bir eğitim oldu. Pazarlama ve yurt dışı ile temas. Benim farklı bir kulvarda yetişmeme vesile oldu. Zorluklar hep vardı. Türkiye’de ekonomik sistem çok hızlı değişiyordu. Yurt dışı farklı. Kendi kendimize öğrendik birçok şeyi. Yetişmiş eleman yoktu. Bizden sonra çok firma ortaya çıktı. Bizden elemanlar o şirketlere gitti. Küçüker Tekstil bir okul haline geldi. Biz eleman yetiştirmekten kendimize yetemedik. Aynı işleri farklı bir coğrafyada yapsak belki çok daha farklı olabilirdi.
SEHER GÜRGÜN: Siz firmaya geldiniz ve işe başladınız. Peki, bugünlere gelme anlamında neler yaptınız? O günleri anlatır mısınız?
NEJAT KÜÇÜKER: O zamanki şartlar ilkel ve geriydi. 80’li yılların başında Türkiye kapalı bir ekonomiydi. Teknik imkanlar çok kısıtlıydı. Sanayideki eski fabrikamızdaki yerimizde boyahane vardı, su arıtma tesisi yoktu. O şartlarda bu su ile boya yapmak mucizeydi. Makinalar çok ilkeldi. Kontrol mekanizması yok. Tamamen manuel. İnsan gücüne dayalı. İnsanlar bile çalıştırmakta zorlanıyordu. Allaha emanetti o günkü şartlarda iş. Ulaşım büyük problem. Denizli’den İzmir’e gitmek bile 4-5 saat sürüyordu. İş İstanbul da dönüyordu. İstanbul’a gidip gelmek otobüsle oluyordu. Yolculuk zordu. Uzun yıllar uçak olmadı. Yurt dışı için İstanbul ve İzmir’i kullanıyorduk. Faks sonra geldi. Telefon kısıtlıydı. Yurt dışına gittiğinizde özgüven eksikliği vardı. Nasıl iş yapılır bilmiyorduk. Çalışarak öğrendik. Hiç unutmam. Bir gün ABD’deki müşterimiz “Victoria Secret ‘in CEO’su Türkiye’ye Denizli’ye gelecek” dedi. Kendi özel uçağı ile gelecekti. “Denizli’ye nasıl gelebiliriz” diye sordular. Yıl 1995. O zaman Çardak Havaalanı özel uçuşlara kapalıydı. Oraya inemedi. İzmir’e indirdik. İzmir’den helikopterle gelebilir mi?. Öyle bir imkanda yok. Hanımefendi bir gece Denizli’de kalacak. Firmaları gezecek. Misafirimizi Denizli’de yatıracak misafir edecek ve yemek yedirecek yer yok. O zaman ilk aklıma gelen tuvaleti temiz neresi var. Hangi restorana götürebiliriz onu düşünüyoruz. Bir balık restorana götürdük. Pamukkale’deki bir oteli ayarladık. Bu bile o zamanki şartları anlatıyor. Bu sadece bize özel değil, tüm firmaların sorunuydu. Özellikle ulaşım büyük sorundu. Şimdilerde dünya büyük bir değişim içinde. Dünya değişiyor. İnternet yapay zeka anlamında; o değişimi yaşıyoruz. Büyük değişiklikler olacak. Gençlerin buna göre hazırlanması gerekiyor. 15 -20 yıl sonra belki günümüzdeki geçerli meslekler silinecek ve yeni meslekler ortaya çıkacak. Yenilerin kendilerini ona göre yetiştirmesi gerekiyor.
SEHER GÜRGÜN: Siz aile şirketinizde kaçıncı kuşaksınız? İşin içinde genç nesiller var mı?
NEJAT KÜÇÜKER: Ben üçüncü kuşaktanım. Şirketin kuruluşu dedem. Babadağ’dan Denizli’ye geliyor. Hacı Mehmet Küçüker. Burada bir tezgahla dokuma işine başlıyor. Yanında babam ve amcalarım var. İşi yürütmeye başlıyorlar. Daha sonra büyük amcam bizden ayrılıp kendi işini kuruyor. Babam ve küçük amcamla bu iş devam ediyor. Ana işimiz o dönem bez dokuma ile başlayıp mendille devam ediyor. Aslımız mendilcilik. 77 yılına geldiğimizde Türkiye’deki mendilin yüzde 75’ini biz üretiyorduk. Özal dönemi ile havlu bornoz ihracat işine başlanıyor. Ben 84 yılında şirkete dahil oldum. Ardından kardeşim ve kuzenler geldi. Dedem, babam ve amcam ile birlikte üç ortakla devam etti. Daha sonra ihracatın ve müşterilerin yönlendirmesi ile bornoz, havlu, fason boya baskı işleri ve gömleklik kumaşla bugünlere geldik. Pijama, sabahlık, gecelik, çarşaf ve nevresim üretimi yaptık. Şirket; piyasanın ihtiyaçlarına göre kendini yönlendirdi. Ben lisan bilgim nedeniyle birçok konu ile ilgilenir oldum. Mesleki eğitimde olduğu için makine parklarının araştırılması konusunda da katkım oldu. İş büyüdü. Günümüze geldiğimizde ana üretimimiz havlu. Nevresimde büyüdük. Fantezi gömleklik kumaş üretiyoruz. Dört ana konuda uzmanlaştık. Birkaç yıl içinde tam istediğimiz yere gelmiş olacağız. Verimlilik ve modernizasyona ağırlık vererek, önümüzü 20 yıl daha açmış olduk. Baya yol aldık. Son 5 yıl içinde çocuklarımızda yetişti. Şimdi kardeşimle birlikteyiz. Yeğenler ve oğlum ve kızımda işe başladı. Onların eğitimleri de devam ediyor. Önümüzdeki yıllarda yönetimi devralacaklar. Onlar fili olarak çalışacak biz danışman anlamında görev yaparız. Yapı iyice kurumsallaşacak. İşiniz var, iyi de gidiyor. Ama dünya dinamikleri hızlı değişiyor. Bambaşka bir geleceğe gidiyoruz. Yerinde durmamak ve yeni ufuklara açılmak lazım. Biz bu konuda şirket olarak çok şanslıyız. Bizler yetişirken işin yönetsel konusunda bizi eğitecek bir kurum yoktu. Şimdi öyle değil. Üçüncü kuşaktan dördüncü kuşağa işi devretmek üzere gidiyoruz. Ne yaptığımızı iyi biliyoruz. Ben geleceğe umutlu bakıyorum. Türkiye’de birçok olumsuzluk var. Yarın ne olacağını bilemiyorsunuz. Ama bir fikir ve güç birliği varsa bu bir şekilde aşılır.
SEHER GÜRGÜN: Defalarca krizler yaşandı ülkede bu krizlerden nasıl etkilendiniz?
NEJAT KÜÇÜKER: İlk krizi 1974’de gördüm. Kıbrıs Harekatında. 1980 darbesini hatırlıyorum. Onun üç yıl öncesini de gözlemledim. O dönem talebe olduğumuz için o krizleri pek hissetmedik. Özal seçildi. Ben İngiltere’deydim. Türkiye farklı bir yöne evrildi. Körfez krizi yaşandı. ABD’de müşteri ziyaretindeydim. Pazar günüydü. ABD uçakları bombalıyordu körfezi. ABD’de herkes normal yaşamını sürdürüyordu. Bizde olsa farklı olur. Ertesi gün babam aradı. Oğlum “Burada bankalar kapandı. Ticari faaliyetler durdu. Para lazım. Müşteriden biraz para gönder” dedi. Ben banka yoluyla gönderemem dedim. “Bankayla pazarlık yap. Ben buradan çıkartayım dedim” Yanlış hatırlamıyorsam 1 milyon dolarlık bir rakam çıkartıldı. Müşterilerle güvene dayalı diyaloglarımız iyiydi. O yüzden bu kadar büyüdük ve geliştik.
SEHER GÜRGÜN: ABD ihracatı ile birlikte mi daha çok büyüdünüz? Nasıl başladınız ABD pazarına?
NEJAT KÜÇÜKER: İhracata ilk ABD ile başladık. Türkiye o dönemler ABD için Pakistan gibi bir yer. Zordu. Her şey gerideydi. O yıllarda Türkiye ihracatla açılmaya başlayınca ABD’de yaşayan Türk asıllı Yahudi bir vatandaş Miami’de bir golf sahasında ABD’li bir bornoz satan kişiyle tanışıyor. Sen Türkiye’densin bu işi Türkiye’de yaparlar mı? diye soruyor. O da Türkiye’ye gelip araştırıyor. Bizle çalışmaya başladılar. Kapasite adım adım artarak büyüdü. Üretim şartlarımız zordu. İhracat mantığı yoktu o zamanlar. Ne yapsan satıyorsun Türkiye’de. Ama Avrupa ve ABD’nin kriterleri farklı. Küçük bir sökük Türkiye’de önemli değil ama onlar için çok önemli. Victoria Secret ile çalışmaya başlayınca bunu daha iyi anladık. Sonradan öğrendik ve standartları yükselttik ve üretimleri artırdık ve geliştirdik. İhracatla birlikte
merak ettik, öğrendik. Yapmamız gerekiyordu ve yaptık. Türkiye’deki tekstil sektöründeki firmalar bu evrelerden geçti. Bunu iyi yapanlar bugünlere geldi, yapamayanlar silindi, gitti. Tekstil sektörü Türkiye’nin turizmle birlikte en önemli sektörü. Bu sektörlere iyi bakmak ve sahiplenmek lazım. Daha iyiye taşımak için bu gerekli.
SEHER GÜRGÜN: Aile şirketisiniz. Bunu nasıl yönetiyorsunuz? Aile şirketi olarak büyümeye çalışan diğer aile şirketlerine ne tavsiye edersiniz?
NEJAT KÜÇÜKER: Bunun yazılı bir kuralı yok. Aile şirketlerinin yüzde 95’i üçüncü nesillere varamıyor. Bu tüm dünyada var. Aile şirketlerinde belli bir aşamadan sonra bana göre hissi ilişkilerin ve egoların bir kenara bırakılması gerekiyor. Yen neslin bilinçli yetiştirilmesi gerekiyor. Yeni nesil iyi yerlerde iyi imkanlarla okudu. Yeni teknoloji ve iş imkanlarını öğrendiler. İstemekle yapmak farklı bir şey. Hedefi iyi bilmek gerekiyor. Gençlerimizin büyük bölümü iş beğenmiyor. Bir baltaya da sap olmuyorlar. Hepsi böyle değil tabi. Yapmaları gereken ellerindeki işlere sahip çıkmak. Okul bitiminde esas eğitim başlıyor. Yeni nesle tavsiyem bir aile şirketleri ya da tanıdıklarının bir işi varsa girsinler çalışsınlar. O hayatı ve o işi tanımaları önemli. Ben küçükken bayramlarda PTT önünde mendil satıyordum. Tommiks , Teksas kitapları alıp satıyordum. Hepsi bunların birer tecrübe. Bunların yapılması lazım. Özellikle okul döneminde. Okul bittikten sonra hayat başlıyor. En az 10 yıllık pratik bir eğitim lazım. O zaten hiç bitmez. Okulla pratiği birleştirdikten sonra profesyonellik başlıyor. Daha sonra yönetsel bazda çalışmalar başlıyor. Bu bir döngü. O konuda biz şanslıyız. Bir sonraki jenerasyonu hazırlıyoruz. En önemlisi sağlık, iyi bir aile yapısı ve eğitim. Yaptığınız işin dinamiklerini bilmezseniz, yetersiz ekiplerin elinde oyuncak olursunuz. İşi sürdüremezsiniz. İşin çekirdeğini iyi öğrenmek gerekiyor. Çalışan değil, iyi çalıştırabilen olmak önemli.
SEHER GÜRGÜN: Sizi bugüne kadar iş anlamında en çok heyecanlandıran nedir? Çocukluğunuzda en çok özlem duyduğunuz şey neydi?
NEJAT KÜÇÜKER: En çok neyi özlüyorum. O zamanların atmosferi ve doğallığını özlüyorum. O dönem Denizli’de apartman, buzdolabı yoktu. Ama komşuluk ilişkileri kuvvetli ve samimiydi. Yemek arkası sohbetler. Büyükleri dinlemek. Yardımlaşmak. İlk TV geldiğinde herkesin birinin evine toplanıp izlemesi. O samimi hayatı, akrabalık ve dostluğu özlüyorum. Hep beraber yapılan iftarlar, bayramlaşmalar. O dönemle ilgili çok anım var. Saltak’taki evimizin önünde bir arık vardı. Önünde selviler vardı. Tulumbadan su çekerdik. Artık onlar kalmadı. İşin manevi tarafında kayıplar var. Geri gelmeyecek günler.
SEHER GÜRGÜN: Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?
NEJAT KÜÇÜKER: COVİD’e kadar farklıydı. COVİD’den sonra farklı oldu. Annemi, babamı ve eniştemi kaybettim. Üç ay evde kaldım. Hastalığı geçirdim. İşten uzak kaldım. Ölümle tanışıyorsun. Düşüncelerin ve duyguların değişiyor. Sağlığın ne kadar önemli olduğunu anlıyorsun. Bizimkileri 12 gün içinde kaybettik. Her şey bir anda boş oluyor. Sağlıklı olmak ve mevcudu aile ve dostlarla birlikte paylaşmak en güzeli. Biraz rölantiye aldım hayatı. Sabah 8.00 gibi kalkıyorum. Kahvaltıdan sonra 09.00 gibi işyerine geliyorum. Saat 16.00 gibi eve gidiyorum. Spor yapıyorum. Ailemle birlikte vakit geçiriyorum. Daha dingin bir yaşam sürüyorum. Yeme içme alışkanlıklarımızı değiştirdik. Daha doğal besleniyorum.
NEJAT KÜÇÜKER İLE YAPILAN BU ÇOK ÖZEL RÖPORTAJIN TAMAMINI BURADAN İZLEYEBİLİRSİNİZ…
0 Yorum