Mustafa KAYA

Mustafa KAYA

462 Yazı

(EKOPOLİTİK) DENİZLİ VE 12 EYLÜL’ÜN ALDIĞI İLK CAN

**12 EYLÜL, NECDET ADALI VE DENİZLİ

**12 EYLÜL’ÜN İDAM ETTİĞİ “İLK  İSİM” DENİZLİ’NİN TANINMIŞ EDEBİYAT ÖĞRETMENİ VE YAZAR GÖKHAN ADALI’NIN DEVRİMCİ KARDEŞİ; NECDET ADALI’YDI..


“ŞAFAK TÜRKÜSÜ; Beni burada arama anne/ Kapıda adımı sorma/ Saçlarına yıldız düşmüş/ Koparma anne, ağlama/ Kaç zamandır yüzüm tıraşlı/ Gözlerim şafak bekledim/ Uzarken ellerim, kulağım kirişte/ Ölümü özledim anne/ Yaşamak isterken delice../ Bugün görüş günü/ Günlerden Salı/ Islak, sarı bir yağmur/ Ülkemin neresine bakarsa ay/ Orada yitik bir anne ağlıyor/ Sen aralıyorsun yağmuru/ Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini/ Sonra bir umut koşuyorsun/ Yüreğin avcunda ısırırken, çırpıntı gözlerini/ Ah verebilseydim keşke, yüreği avcunda koşan herbir anneye/ Tepeden tırnağa oğla ve kıza kesmiş bir ülkeyi armağan *** Bir sabah anne bir sabah/ acını süpürmek için açtığında kapını/ adı başka sesi başka nice yaşıtım/ koynunda çiçekler, çiçekler içinde bir ülke getirirler/ başlarını koymak için yorgun dizine/  sen hazır tut dizini anne, o mükemmel güne..” (NEVZAT ÇELİK)



Bugün 12 Eylül ve Türkiye’nin bugününde yaşanan her şeyin sorumlusu olan “büyük yıkımın, karanlığın yani faşist askeri darbenin” üzerinden tam 41 yıl geçti. 12 Eylül darbesi Türkiye insanı üzerinde kapanması çok zor olan yaraların açılmasına sebep oldu. İşte Şair Nevzat Çelik’in cezaevinde kaleme aldığı Şafak Türküsü şiiri bu ortamda ortaya çıktı. Tamamı 280 dizeden oluşan şiir bir idam mahkûmunun annesi ile vedalaşması teması üzerinde yoğunlaşır. Nevzat Çelik'in yazdığı ve daha sonra Ahmet Kaya tarafından bestelenen "Şafak Türküsü" şiiri 12 Eylül Darbecilerinin idam cezası verdiği cezaevlerindeki devrimciler ile idam ettiği ilk devrimci Necdet Adalı için yazılmıştır.



NECDET ADALI’DAN, ERDAL EREN’E
12 Eylül’ün aldığı ilk can; Denizlili tanınmış Edebiyat Öğretmeni ve Yazar Gökhan Adalı’nın kardeşi Necdet Adalı idi. Son dönemde sanatçı arkadaşları ile Denizli’de Delikliçınar isimli Kültür Sanat Edebiyat Dergisi çıkaran Gökhan Adalı’nın devrimci kardeşi Necdet Adalı, 12 Eylül Darbecilerinin suçsuz yere idam ettiği ilk isim olmuştu. 12 Eylül askeri mahkemelerinin verdiği kararla 8 Ekim 1980 tarihinde Ankara Ulucanlar Merkez Cezaevi'nin avlusunda kurulan idam sehpasında asıldı, Necdet Adalı. Hem de Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edildiği “aynı” avluda. Hem de aynı avluda bulunan “aynı idam sehpasında.” Hem de aynı avlu ve sehpada asılan Erdal Eren’den 2 ay önce.. (Hem de Necdet Adalı için “suçsuzdur” diyen ve idamına şerh düşen askeri hakim Üstün Günsan’ın bu kararına rağmen)



Necdet Adalı ismini ayrı fraksiyonlardan olsak da dayanışma için astığımız, üzerinde adı ve fotoğrafları bulunan afişlerde tanıdık. 1979-80 yıllarıydı. Ve afişin üzerinde “Necdet Adalı’ya Özgürlük!” yazıyordu. Köyceğiz’in Zeytinalanı Köyü civarıydı. Devriye polis aracı bizi görüp havaya ateş açınca zeytin ağaçlarının arasında topukladık. İşte o Necdet Adalı, ülkede yürütülen onca kampanya ve eyleme rağmen 12 Eylül’ün idam ettiği ilk devrimci oldu. Necdet Adalı’nın Denizli’de o zamanlar dershanecilik yapan ağabeyi “efsane Türkçe öğretmeni” Gökhan Adalı ile 1984-85’lerde tanıştık. Gökhan Hoca o sıralar Necdet Adalı konusunda oldukça ketumdu ve kardeşi ile ilgili hiçbir şey anlatmazdı. (Şu sıralar 12 Eylüllerde sadece facebook sayfasından; “12 Eylül’ün aldığı ilk can! Necdet Adalı” paylaşımı yapıyor)



ÖLÜME GİDERKEN BİLE ESPRİ YAPIYORDU;
“YAKASI BİRAZ GENİŞ OLSAYMIŞ KEŞKE!”
Evet, Necdet Adalı’nın hapishane arkadaşları anlatıyor; “Önce tuvalete gitmiş Necdet. Götürüldüğü yerde avukatı Mehdi Bektaş’ı görünce durumu anlıyor. İdam konusunu konuşurken, idam edilenlerin zaman zaman altına kaçırdığını da söylemiş cezaevi arkadaşları. İdamdan önce tuvalete gitmek için izin istemiş. Bu da Adalı’nın gururu ve dik duruşu ile ilgili bir istek. Son talebini soruyorlar. ‘Eğer ulaştıracaksanız aileme mektup yazacağım’ diyor. Mektubu yazıyor. Üzerine beyaz idam gömleğini giydirdiklerinde hakime dönüp, ‘Yakası biraz geniş olsaymış keşke’ der. Hakim şaşırır ve öylece kalır. Avlunun ortasına darağacı kurulmuş. Darağacının altında bir tane masa, onun üzerine bir tane sandalye konmuş. Necdet koşarak sehpaya çıktı. Yağlı ipi kendisi boğazına geçirmeye çalıştı. Ama elleri arkadan bağlıydı. Bu arada gür bir sesle ‘Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Kardeşliği’ diye slogan attı. İp boğazına geçirilmişti. Tam bu anda ‘Kahrolsun Faşizm!’ sloganını üç sefer peş peşe attı. Kahrolsun sömürgecilik. Yaşasın anti-emperyalist, Anti-oligarşik Halk Devrimi... Cellat sehpaya vuramıyordu, bir türlü. Komutanı bağırdı, ‘Bunun öldürdüklerinin anası, babası gelse nasıl vururdu, öyle yap’ diye. İşte tam o andı. Ve o anda hiç tereddüt etmedi. Sandalyesini tekmeledi. Sandalye düştü ama sandalye düşmesine rağmen Necdet’in uzun boyu aşağı sarktı. Ayaklarının ucu masaya değiyordu. O anda cellât yine telaşlandı. Necdet’in ayakları altındaki masayı çekmekte heyecanlanmıştı. İp boğazını iyice sıkmış olmasına rağmen Necdet kendi kendini boşluğa bıraktı. Ve sonra öylece dinginleşti.”



ADALI’NIN SON ARZUSU “VEDA MEKTUBU”
Necdet Adalı’nın anne-babasına asılmadan önce yazdığı veda mektubu;
“Sevgili anneciğim ve babacığım; Sizleri ve ezilen halklar adına mücadeleyi, erken bırakmak zorunda kaldığım için üzgünüm ama bundan ve içinde bulunduğum durumdan dolayı hiçbir zaman pişmanlık duymadan ve şu kısa yaşamım içersinde hiçbir şahsi çıkar gözetmeden ezilen halklar adına verilen mücadelede yerimi almaya çalıştım ve bundan dolayı gurur duyuyorum. Hâkim sınıfların göstermek istediği gibi bizler hiçbir zaman savunmasız insanlara karşı katliam girişiminde bulunmadık. Fakat onların bizi böyle göstermeleri ve faşistlerle bizi aynı kefeye koyarak cezalandırmaları, bizim nezdimizde ezilen halkların mücadelesine yapılan bir saldırıdır. Anneciğim ve babacığım; sizlere kısaca bahsettiğim gibi hiçbir pişmanlık duymuyorum. Sizlerin de ezilen halklar uğruna verilen mücadelede katledişimden dolayı üzülmemenizi ve bundan gurur duymanızı bekliyorum. Ağabeylerime ve ablalarıma da yazmak isterdim fakat buna olanak yok. Kendilerine çok selamlar. Burada satırlarıma son verirken, hürmetle ellerinizden öperim. Arkadaşlara selam. Hoşçakalın..”



BİR FIKRA VE BİR BİLMECE İLE 12 EYLÜL
12 Eylül darbe dönemi “underground fıkraları” ile yani illegal hikayeleri ile ünlü idi. Çünkü “konuşmak ve eleştirmek yasaktı.” Bu fıkralar, Kenan ve Evren ve Cuntacı Paşaları anlatır ve alttan alta da eleştirirdi. Aynı tür fıkralar Başbakan Yıldırım Akbulut döneminde de epey ünlü olmuştu. Hatta 12 Eylül Darbesi’nin mağduru siyaset adamı rahmetli Süleyman Demirel de sık sık “12 Eylül fıkraları anlatır ve politik örnekler verirdi.



DİKTATÖRLER MİZAH SEVMEZ!
“Diktatörler Karikatür sevmez. Karikatür sevmeyen, insanları da sevmez!” Karikatür düşmanlığı dünyanın gelmiş geçmiş tüm diktatörlerinde görülen ortak bir özelliktir. Yunanistan’ın Albaylar Cuntası’ndan, Şili’nin Darbeci Pinochet’ine ve Türkiye’nin Darbeci Generallerine ve muhafazakar iktidarlarına kadar bu böyledir. Neden mi? Şundan; Karikatür muhaliftir ve 12 Eylül Askeri Cuntacısı ve darbecilere en önemli muhalefet dönemin ünlü mizah dergisi Gırgır’dan gelmiştir. 12 Eylül Askeri darbe dönemi gazeteler bazı haberleri açıkça yazamazken Gırgır mizahla, karikatürle yazıyordu ve bazı darbe dönemi uygulamaları gazetelerden değil Gırgır’dan öğreniliyordu. Mizahla değiştirilerek yazıldığı içinde direkt bir yasak getirilemiyordu. Günümüzde de karikatür ve mizah dergileri kökten dinci faşist örgütlerin hedefleri haline gelmiştir. İşte bu yüzden darbeciler ve diktatörler karikatür sevmez…



DARBELERE FIKRALAR İLE MUHALEFET
“12 Eylül döneminde Ali  Baransel, Darbeci Konsey tarafından tüm basın-yayından sorumlu kişi olarak atanır. Bir gün gazetelerden birinde bir fıkra yayınlanır. Kenan Evren bu fıkrayı görünce çılgına döner. Fıkra şöyledir: ‘Güney Amerika'da bir uzmana sormuşlar; darbe yapmak mı daha kolaydır, yoksa turşu yapmak mı? Uzman, ‘Darbe yapmak daha kolaydır. Çünkü hıyar turşusu yapmak için aynı boy taze hıyarları seçeceksin, onları uygun kıvamda tuz, limon, sirkeli suyun içinde uygun süre bekleteceksin vs. oldukça uzun iş. Ama darbe yapmak için üç hıyarı yan yana getirmek yeterlidir’ demiş. Evren, bu fıkrayı okuyunca derhal Ali Baransel'i çağırmış; ‘Bu ne rezalet, böyle bir saçmalığın yayınlanmasına nasıl izin verirsin, neden kontrol etmezsin’ diye çıkışmış. Ali Baransel ne olduğunu anlamak için gazetedeki fıkraya bir göz atmış ve ‘Sayın paşam, boşuna üzülüyorsunuz, bakın burada üç hıyar diyor, beş hıyar demiyor ki’ demiş. Bunun üzerine Kenan Evren gazeteyi alıp fıkraya tekrar bakınca hak vermiş..”



CUNTACILAR BİR İNEĞİ NASIL SAĞAR?
Bizden de hatırladığımız bir 12 Eylül bilmecesi; 5 darbeci paşa bir ineği nasıl sağar?  Cevap; ‘Paşalardan biri ineğin memelerini tutar, diğer dört paşa ineğin birer ayağından kavrar ve ineği 4 ayağından tutup indirir, kaldırırlar. Böylece inek de kolayca sağılmış olur..’

KOYU KARANLIK BASKI DÖNEMİNDEN
SAYILARLA BİR İNSANLIK DRAMI..
12 Eylül’de dönemin Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren’in baş mimarı olduğu darbenin geride bıraktığı tablo 'resmi rakamlar' göre şöyle idi: * Gözaltına alınanlar: 650.000 kişi * Fişlenenler: 1.683.000 kişi, * Açılan dava sayısı: 210.000, * Sıkıyönetim mahkemelerinde yargılananlar: 230.000 kişi, * Bunlardan 141-142-163. maddelerden yargılananlar: 71.500 kişi, * Sivil mahkemelerde açılan davalar (1980-88 yıllar arası): 9,508, * Yargılanan 'örgüt üyesi': 98.404 kişi, * Hüküm giyen 'örgüt üyesi': 21.764 kişi, * Vatandaşlıktan çıkarılanlar: 14.000 kişi, * Pasaport verilmeyenler: 388.000 kişi, * Faaliyetten men edilen dernek: 23.700, * Toplam 644 cezaevindeki hükümlü-tutuklu sayısı: 52.000 kişi (1990'da kalanlar) * Açlık grevinde ölenler: 14 kişi, * Kaçarken vurulanlar: 16 kişi, * 'Çatışma'da öldürülenler: 74 kişi, * Gözaltı veya cezaevindeyken Doğal ölüm raporu verilenler: 73 kişi, * 'İntihar' ettiği bildirilenler: 43 kişi, * İşkence sonucu öldürülenler: 171 kişi, * Açılan işkence soruşturma veya davası: 9.962 (1982-1988 arası), * İşkence yaptıkları suçlamasıyla yargılanan güvenlik görevlisi : 544 kişi, * 1402 Sıkıyönetim yasasına göre yapılan işlem : 18.525, * Hakkında işlem yapılan memur: 7.245, * Hakkında işlem yapılan öğretmen sayısı: 3.854, * Hakkında işlem yapılan güvenlik görevlisi: 988, * Hakkında işlem yapılan din görevlisi: 266, * Hakkında işlem yapılan öğretim görevlisi: 120, * Hakkında işlem yapılan mülki amir: 35, * Hakkında işlem yapılan hakim-savcı: 47, * Bölge dışına sürülenler: 7.233 kişi, * Görevlerine son verilenler: 4.891, * Yasaklanan film sayısı: 927, * Haklarında idam cezası istenenler: 7.000 kişi, * Ölüm cezası verilenler: 517 kişi, * Askeri Yargıtay'ın onayladığı idam cezası: 124 kişi, * Dosyası Meclis'te bulunan idam hükümlüsü: 259,  * İnfaz edilen idam cezası: 50,  * İnfaz edilen sol görüşlü idam mahkumu: 18 kişi, * İnfaz edilen sağ görüşlü idam mahkumu: 8 kişi..” 1980 – 1985 yılları arasında; * 22.912 kişiye 0-1 yıl ceza verildi, * 10.784 kişiye 1-5 yıl ceza verildi, * 6.186 kişiye 5-10 yıl ceza verildi, * 2.396 kişiye 10-20 yıl ceza verildi, * 939 kişiye 20 yılın üzerinde ceza verildi, * 630 kişiye müebbet hapis cezası verildi, * 420 kişiye ölüm cezası verildi.

12 EYLÜL VE GAZETECİLERE
VERİLEN CEZALAR…
12 Eylül darbesinin en mağdur ettiği kesimlerin başında ise gazeteciler ve yayıncılar vardı. Koyu karanlık baskı dönemi Türkiye’de görev yapan gazeteciler için de adeta kabus yılları olmuştu. 12 Eylül 1980-1985 yılları arasında gazetecilerle ilgili ceza ve yaqptırımlar rakamlarla şöyle oldu; * Cezaevlerindeki gazetecilerin aldığı ceza toplamı: 3.315 yıl 3 ay, * İstanbul gazetelerinin yayın yapamadığı gün sayısı: 300 gün, * Gazetecilere istenilen hapis cezası: 4.000 yıl, * Cezaevlerindeki gazeteciler: 31, * Polisçe aranan gıyabi tutuklu gazeteciler: 13, * Silahlı saldırıda öldürülen gazeteciler: 3, * Yalnızca 1989'da 16 günlük gazeteye açılan dava: 394, * Tazminat davalarının sayısı:211,  * İstenilen tazminat miktarı: 12 milyar 848 milyon, * Yakılarak yok edilen gazete, dergi, kitap: 39 ton, * Yok edilmek üzere depolarda bekleyen yayın: 40 ton, * Basın özgürlüğünü kısıtlayan yasa sayısı: 151, * Yasaklanan yayın sayısı: 927

MARTI’YA ÖLÜM İLANI GAZETE KAPATTIRDI
Türkiye Komünist Partisi’nin son genel sekreteri “Laz İsmail ve Martı” lakapları ile bilinen İsmail Bilen 1983 Kasım’ında Berlin’de öldü. İsmail Bilen ile ilgili Türkiye’deki TKP’liler gazeteye “Martı Öldü” diye bir ölüm ilanı verdiler. Martı’nın İsmail Bilen olduğu öğrenilince darbeci generaller Hürriyet Gazetesi’ne 1 günlük kapama cezası verdi.
fixed-whatsapp-icon