Altınbaşak Tekstil Onursal Başkanı Said Atıcı yaşamını yitirdi… Atıcı, 85 yıllık yaşamına birçok başarıyı sığdırmış duayen bir iş adamıydı… İşte Atıcı’nın başarılarla dolu hayat hikayesi…
ÖZEL HABER
Altınbaşak Tekstil Onursal Başkanı Said Atıcı, 1958 yılında askerden döndükten sonra Denizli Babadağ’da bir marangoz dükkanı açmasıyla başladı iş hayatına… O günlerde ülkede tekstilde yine sıkıntıların olduğu bir dönem yaşanırken, ünlü yazar Hekimoğlu İsmail’in “Yapılan her teşebbüs bataklığa atılan taşlar gibidir. Zemini sertleştirmeye yarar” sözünü prensip edinen Atıcı, üretimi daha ucuz bir şekilde arttırmak için mevcut tezgâhlara aparat takarak zamanın şartlarına göre o tezgahları modernleştirdi. Tezgahları herkesin almasına imkan sağlayan Said Atıcı, ilk zamanlar zorlanmasına rağmen daha sonra seri üretime geçti.

Said Atıcı o yılları şöyle anlatıyor… “Babadağlıyız.1930’lu yılların Babadağ’ı insana hangi şartları sunuyorsa biz de o şartlar altında büyüdük. Aslında 1937 doğumluyum. Ancak askere erken gitmem için ailem yaşımı 2 yaş büyüterek 1935 doğumlu olarak nüfusa kaydımı yaptırmış. Ben de ilk doğduğum günden bugüne hayatıma 1935 doğumlu olarak devam ediyorum. Bu fark benim hayatımda çok şeyi değiştirdi. Bunlardan en önemlisi de okula erken başlamam oldu. İlkokulu bitirince iş hayatına başladım. Okul hayatım 5 yıl ile sınırlı kaldı ancak ilkokul öğretmenim sayesinde okuma hayatım hiç bitmedi. Sınıfımızın sıralarında küçük birer öğrenci olarak oturduğumuz o yıllarda öğretmenimiz bize, “Her zaman okuyun. Kendinizi geliştirin. Her daim okuyarak ufkunuzu aşmanız kendinizden çok topluma karşı bir göreviniz olmalı. Çünkü ülkenin geleceği sizlersiniz. Geleceğin subayları, öğretmenleri sizler olacaksınız” demişti. O günden itibaren hep öğretmenimin sözlerini düşünüp, “Ben de bir gün subay olacağım” derdim. Bu arzu ile bende bir okuma hastalığı oluştu. O günün şartlarında okul dergilerinden polisiye romanlara kadar bulduğum her şeyi okurdum. Şimdi de bu alışkanlığımdan vazgeçmedim. Subay olmaktan aslında tam olarak da vazgeçmiştim denilemez. Denedim. Ancak o günlerde şartlar bugünkünden çok daha ağırdı. Öncelikle aday çoktu. Adayların sayısına oranla kontenjanlar oldukça azdı. Okulu pekiyi derecesi ile bitirmiş olmama rağmen subaylık ve yedek subaylıkta kontenjan dışı kaldım. Şansımı denediğim subaylıktan bir sonuç alamayınca ortaokula devam etmek istedim fakat ben subay okulları kontenjanlarını değerlendirirken ortaokul kayıtlarını kaçırmışım. Okumaya çok arzulu olmama rağmen devam edemedim anlayacağınız. Bizim zamanımızda okul hayatını tamamlayanlar el becerilerine göre bir mesleğe atılır ve ustalık mertebesine gelinceye kadar çırak olarak çalışırdı. Ben de yeteneklerim ölçüsünde Babadağ’da tutulan bir meslek olan marangozlukta karar kıldım. Bir ustanın yanında çırak olarak meslek hayatıma başladım. Çıraklık dönemimde bile hedefim sadece işi öğrenmek değil, ‘Daha iyisini nasıl yaparım?’ oldu. Bunun için çok çalıştım, çok çaba gösterdim”

Atıcı’nın yaptığı tezgahlar o dönem çok satılır. Hatta kendisi de bu tezgahlarla birlikte tekstil işine girer. İşte Atıcı’dan o yılların hikayesi… “Babadağ denilince o yıllarda da akla ilk gelen şey tekstildi. O zamanın imkanlarıyla bu ancak el dokuma tezgahlarda yapılıyordu. Biz de ustamızla birlikte el tezgahları imalatı yapıyorduk. Askere gidinceye kadar iş hayatım böyle devam etti. Vatani görevimi yerine getirip tekrar memleketime döndüğümde bıraktığımdan çok daha farklı bir manzara ile karşılaştım. O yıllara kadar adını bile neredeyse duymadığım bir kriz Babadağ’ı vurmuştu. Artık iş yapamaz hale gelen hemşerilerimiz de birer birer evlerini ucuza satıp yeni umutlarla Denizli’ye göç ediyorlardı. Memleketimde yaşanan bu gelişmeler karşısında mesleğimi yerine getirmem de imkansızdı. O yıllarda sürekli olarak “Ne yapsak da bu tezgahları aktif hale getirsek?” diye düşünmeye başladım. Bu arayışla ucuz, basit ancak sistemli tezgahlar imal etmeye karar verdik. Ancak işin içine girince karar aşamasının en kolay aşama olduğunu anladık. Zor olan başarıya ulaşmaktı. Birkaç girişimde bulunduk ancak bir türlü istediğimiz sonucu alamadık. Çok değerli bir yazarımızın “Yapılan her teşebbüs bataklığa atılan taşlar gibidir” sözünde bahsettiği gibi, bu şekilde devam edersek bir yere varamayacağımızı anladık. Biz de ‘Bir olalım tek olalım’ zihniyetini geride bırakarak ‘Birlikten kuvvet doğar’ dedik ve birkaç arkadaş ortak olarak bu yolda yürümeye karar verdik. ‘Tek olma’ duygusu maalesef iş dünyasının inişli çıkışlı dalgalanmaların yaşandığı günlerde sizi zayıf kılıyor. Biz de teşebbüslerimize ilk etapta bu şekilde başlamıştık. Ancak bütün girişimlerimizin sonucunda ne ileri ne de geri gidebildik. Olduğumuz yerde saydık. Bu yolda harcadığımız enerji de boşa gitti. Daha sonra Sait Dereköylü ve Bekir Atar’la bir araya geldik. Bursa’dan aldığımız malzeme ve tezgah modeli ile ahşap, demir ve dökümden bölümleri bulunan bir tezgah modeli geliştirdik. Bu ürünün gelişimi esnasında başlangıçta bayağı zorlandık ancak kısa sürede başarılı olarak seri üretime başladık”

Babadağ’da kaldığı dönemde yeterince büyümeyi gerçekleştiren Atıcı, Denizli’de 10 dönüm bir arazi alarak işe başlar. Zamanla büyüyen Altınbaşak şimdilerde bir Dünya markası haline gelir. Yıl 1963 Altınbaşak Tekstil’in temellerini atıyor Said Atıcı… Atıcı o yılları da şöyle anlatıyor… “Biz krizden karlı çıkanlar grupta yer aldık. Öyle ki siparişlerimizi yetiştiremediğimiz günlerimiz oluyordu. Bizim çıkış noktamız olan bu tezgahlar dönemin Denizli’deki doğramacıları tarafından da model alındı. Çünkü tasarlayıp imalatını yaptığımız bu tezgahlar o dönemin sektördeki en büyük ihtiyacını karşılıyordu. O yıllarda dokumalar evlerde yapılıyordu. Bizim ürettiğimiz bu tezgahlar da tıpkı bir mobilya gibi evin içinde yer alabilecek, yağı pası olmayan, hafif ve üç kişinin yaptığı işi tek başına yapan tezgahlardı. Arkadaşlarımızla birlikte çıktığımız bu yolda sürekli üretim yaparak güzel bir başlangıca imza atmıştık. Kendi imalatımız olan rulman üzerine yaptığımız bu çok fonksiyonlu dokuma tezgahlarının piyasada tutunduğunu görünce, “Neden biz de fason olarak kendi tezgahlarımızda kendi dokumalarımızı yapmayalım” dedim. Bu düşünceyle Altınbaşak Şirketi’nin temellerini attık. 1963 yılında krizin etkilerinin de yavaş yavaş azaldığı yıllarda faaliyete geçen şirketimiz, tıpkı önceki girişimimiz gibi, giderek büyüdü. Babadağ’da 8 tezgahla başladığımız şirket, gelen taleplere yetemez hale geldi. Biz de bu gelişmelere kayıtsız kalmayarak ‘Artık büyüme zamanı’ dedik ve 1986 yılında memleketteki tezgahları toplayarak Denizli’ye geldik. Kendi üretimimiz olan tezgahlarımızla Türkiye genelinden gelen bez dokumaları talebine cevap vermeye çalıştık. İlçede başlayan iş yaşantımızın sonraki durağı olan Denizli’ye geleli henüz bir yıl olmuştu ki, dünyadan bir haber kalmamak adına yurt dışında düzenlenen tekstil makineleri fuarına katıldık. Bu yolculuk üretim hacmimizin genişlemesi adına ufkumuzu açtı. Hiç aklımızda yokken fuarda gördüğümüz otomatik makinelerden almaya karar verdik. Aynı yıllarda Organize Sanayi Bölgesi’nde yer alan fabrikamızın arsasını da satın almıştık. Fuar dönüşü arsamızda fabrikamızın inşaatına başladık. 1990 yılında inşaatın tamamlanmasının ardından, fuarlarda gördüğümüz otomatik makinelerden tam 12 tane aldık. İtalya’dan aldığımız bu makineler sayesinde ürün yelpazemizi ve üretim hacmimizi genişlettik”
ÖZEL HABER
Altınbaşak Tekstil Onursal Başkanı Said Atıcı, 1958 yılında askerden döndükten sonra Denizli Babadağ’da bir marangoz dükkanı açmasıyla başladı iş hayatına… O günlerde ülkede tekstilde yine sıkıntıların olduğu bir dönem yaşanırken, ünlü yazar Hekimoğlu İsmail’in “Yapılan her teşebbüs bataklığa atılan taşlar gibidir. Zemini sertleştirmeye yarar” sözünü prensip edinen Atıcı, üretimi daha ucuz bir şekilde arttırmak için mevcut tezgâhlara aparat takarak zamanın şartlarına göre o tezgahları modernleştirdi. Tezgahları herkesin almasına imkan sağlayan Said Atıcı, ilk zamanlar zorlanmasına rağmen daha sonra seri üretime geçti.

Said Atıcı o yılları şöyle anlatıyor… “Babadağlıyız.1930’lu yılların Babadağ’ı insana hangi şartları sunuyorsa biz de o şartlar altında büyüdük. Aslında 1937 doğumluyum. Ancak askere erken gitmem için ailem yaşımı 2 yaş büyüterek 1935 doğumlu olarak nüfusa kaydımı yaptırmış. Ben de ilk doğduğum günden bugüne hayatıma 1935 doğumlu olarak devam ediyorum. Bu fark benim hayatımda çok şeyi değiştirdi. Bunlardan en önemlisi de okula erken başlamam oldu. İlkokulu bitirince iş hayatına başladım. Okul hayatım 5 yıl ile sınırlı kaldı ancak ilkokul öğretmenim sayesinde okuma hayatım hiç bitmedi. Sınıfımızın sıralarında küçük birer öğrenci olarak oturduğumuz o yıllarda öğretmenimiz bize, “Her zaman okuyun. Kendinizi geliştirin. Her daim okuyarak ufkunuzu aşmanız kendinizden çok topluma karşı bir göreviniz olmalı. Çünkü ülkenin geleceği sizlersiniz. Geleceğin subayları, öğretmenleri sizler olacaksınız” demişti. O günden itibaren hep öğretmenimin sözlerini düşünüp, “Ben de bir gün subay olacağım” derdim. Bu arzu ile bende bir okuma hastalığı oluştu. O günün şartlarında okul dergilerinden polisiye romanlara kadar bulduğum her şeyi okurdum. Şimdi de bu alışkanlığımdan vazgeçmedim. Subay olmaktan aslında tam olarak da vazgeçmiştim denilemez. Denedim. Ancak o günlerde şartlar bugünkünden çok daha ağırdı. Öncelikle aday çoktu. Adayların sayısına oranla kontenjanlar oldukça azdı. Okulu pekiyi derecesi ile bitirmiş olmama rağmen subaylık ve yedek subaylıkta kontenjan dışı kaldım. Şansımı denediğim subaylıktan bir sonuç alamayınca ortaokula devam etmek istedim fakat ben subay okulları kontenjanlarını değerlendirirken ortaokul kayıtlarını kaçırmışım. Okumaya çok arzulu olmama rağmen devam edemedim anlayacağınız. Bizim zamanımızda okul hayatını tamamlayanlar el becerilerine göre bir mesleğe atılır ve ustalık mertebesine gelinceye kadar çırak olarak çalışırdı. Ben de yeteneklerim ölçüsünde Babadağ’da tutulan bir meslek olan marangozlukta karar kıldım. Bir ustanın yanında çırak olarak meslek hayatıma başladım. Çıraklık dönemimde bile hedefim sadece işi öğrenmek değil, ‘Daha iyisini nasıl yaparım?’ oldu. Bunun için çok çalıştım, çok çaba gösterdim”

Atıcı’nın yaptığı tezgahlar o dönem çok satılır. Hatta kendisi de bu tezgahlarla birlikte tekstil işine girer. İşte Atıcı’dan o yılların hikayesi… “Babadağ denilince o yıllarda da akla ilk gelen şey tekstildi. O zamanın imkanlarıyla bu ancak el dokuma tezgahlarda yapılıyordu. Biz de ustamızla birlikte el tezgahları imalatı yapıyorduk. Askere gidinceye kadar iş hayatım böyle devam etti. Vatani görevimi yerine getirip tekrar memleketime döndüğümde bıraktığımdan çok daha farklı bir manzara ile karşılaştım. O yıllara kadar adını bile neredeyse duymadığım bir kriz Babadağ’ı vurmuştu. Artık iş yapamaz hale gelen hemşerilerimiz de birer birer evlerini ucuza satıp yeni umutlarla Denizli’ye göç ediyorlardı. Memleketimde yaşanan bu gelişmeler karşısında mesleğimi yerine getirmem de imkansızdı. O yıllarda sürekli olarak “Ne yapsak da bu tezgahları aktif hale getirsek?” diye düşünmeye başladım. Bu arayışla ucuz, basit ancak sistemli tezgahlar imal etmeye karar verdik. Ancak işin içine girince karar aşamasının en kolay aşama olduğunu anladık. Zor olan başarıya ulaşmaktı. Birkaç girişimde bulunduk ancak bir türlü istediğimiz sonucu alamadık. Çok değerli bir yazarımızın “Yapılan her teşebbüs bataklığa atılan taşlar gibidir” sözünde bahsettiği gibi, bu şekilde devam edersek bir yere varamayacağımızı anladık. Biz de ‘Bir olalım tek olalım’ zihniyetini geride bırakarak ‘Birlikten kuvvet doğar’ dedik ve birkaç arkadaş ortak olarak bu yolda yürümeye karar verdik. ‘Tek olma’ duygusu maalesef iş dünyasının inişli çıkışlı dalgalanmaların yaşandığı günlerde sizi zayıf kılıyor. Biz de teşebbüslerimize ilk etapta bu şekilde başlamıştık. Ancak bütün girişimlerimizin sonucunda ne ileri ne de geri gidebildik. Olduğumuz yerde saydık. Bu yolda harcadığımız enerji de boşa gitti. Daha sonra Sait Dereköylü ve Bekir Atar’la bir araya geldik. Bursa’dan aldığımız malzeme ve tezgah modeli ile ahşap, demir ve dökümden bölümleri bulunan bir tezgah modeli geliştirdik. Bu ürünün gelişimi esnasında başlangıçta bayağı zorlandık ancak kısa sürede başarılı olarak seri üretime başladık”

Babadağ’da kaldığı dönemde yeterince büyümeyi gerçekleştiren Atıcı, Denizli’de 10 dönüm bir arazi alarak işe başlar. Zamanla büyüyen Altınbaşak şimdilerde bir Dünya markası haline gelir. Yıl 1963 Altınbaşak Tekstil’in temellerini atıyor Said Atıcı… Atıcı o yılları da şöyle anlatıyor… “Biz krizden karlı çıkanlar grupta yer aldık. Öyle ki siparişlerimizi yetiştiremediğimiz günlerimiz oluyordu. Bizim çıkış noktamız olan bu tezgahlar dönemin Denizli’deki doğramacıları tarafından da model alındı. Çünkü tasarlayıp imalatını yaptığımız bu tezgahlar o dönemin sektördeki en büyük ihtiyacını karşılıyordu. O yıllarda dokumalar evlerde yapılıyordu. Bizim ürettiğimiz bu tezgahlar da tıpkı bir mobilya gibi evin içinde yer alabilecek, yağı pası olmayan, hafif ve üç kişinin yaptığı işi tek başına yapan tezgahlardı. Arkadaşlarımızla birlikte çıktığımız bu yolda sürekli üretim yaparak güzel bir başlangıca imza atmıştık. Kendi imalatımız olan rulman üzerine yaptığımız bu çok fonksiyonlu dokuma tezgahlarının piyasada tutunduğunu görünce, “Neden biz de fason olarak kendi tezgahlarımızda kendi dokumalarımızı yapmayalım” dedim. Bu düşünceyle Altınbaşak Şirketi’nin temellerini attık. 1963 yılında krizin etkilerinin de yavaş yavaş azaldığı yıllarda faaliyete geçen şirketimiz, tıpkı önceki girişimimiz gibi, giderek büyüdü. Babadağ’da 8 tezgahla başladığımız şirket, gelen taleplere yetemez hale geldi. Biz de bu gelişmelere kayıtsız kalmayarak ‘Artık büyüme zamanı’ dedik ve 1986 yılında memleketteki tezgahları toplayarak Denizli’ye geldik. Kendi üretimimiz olan tezgahlarımızla Türkiye genelinden gelen bez dokumaları talebine cevap vermeye çalıştık. İlçede başlayan iş yaşantımızın sonraki durağı olan Denizli’ye geleli henüz bir yıl olmuştu ki, dünyadan bir haber kalmamak adına yurt dışında düzenlenen tekstil makineleri fuarına katıldık. Bu yolculuk üretim hacmimizin genişlemesi adına ufkumuzu açtı. Hiç aklımızda yokken fuarda gördüğümüz otomatik makinelerden almaya karar verdik. Aynı yıllarda Organize Sanayi Bölgesi’nde yer alan fabrikamızın arsasını da satın almıştık. Fuar dönüşü arsamızda fabrikamızın inşaatına başladık. 1990 yılında inşaatın tamamlanmasının ardından, fuarlarda gördüğümüz otomatik makinelerden tam 12 tane aldık. İtalya’dan aldığımız bu makineler sayesinde ürün yelpazemizi ve üretim hacmimizi genişlettik”
0 Yorum