”Denizli Tekstil ve Giyim Sanayicileri Derneği ve Denizli Metropol Haber işbirliği ile “DETGİS'in '20. Yılında 20 Duayen İş insanı” ile belgesel tadında hazırlanan programın final bölümü yayınlandı. Denizli Metropol’de konuğumuz Son Ekonomi Bakanı ve Turkuaz Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Zeybekci oldu.
ÖZEL RÖPORTAJ
Her Hafta Salı günü yayınlanan ve tekstil duayenlerinin hayatlarının anlatıldığı bu çok özel programın final bölümünde Son Ekonomi Bakanı ve Turkuaz Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Zeybekci, iş ve özel hayatından kesitler anlattı.
DETGİS Yönetim Kurulu Başkanı Mukaddes Başkaya’ya mesleğe nasıl başladığından, bugünlere nasıl geldiğine kadar birçok konuda tecrübelerini aktaran Zeybekci, ayrıca tekstil sektöründeki yaşadıklarından, sektörün geleceğine kadar birçok önemli konuyla ilgili de ilk kez konuştu. Zeybekci iş yaşamındaki başarısının sırlarını da Denizli Metropol ile paylaştı. İzleyici rekoru kıran programda ayrıca Denizli tekstil sanayisinin dünü ve bugünü de masaya yatırıldı.
İŞTE O RÖPORTAJ…
MUKADDES BAŞKAYA: Programımızın final bölümü ile karşınızdayız. Son bölümümüzde bizim için, sektörümüz ve Denizli için çok kıymetli bir isimle birlikteyiz. Bugün kurucularımızdan, Son Ekonomi Bakanımız Nihat Zeybekci ile bir aradayız. Böyle bir proje ile yola çıktık kuruluşumuzun 20. Yılında. Tekstil sektörünün tek derneğiyiz. Böyle bir proje aklımıza geldi. Denizli Metropol Kurucusu Arif Zor ile bir araya geldik ve proje bu safhaya geldi. Denizli’de sektöre yön veren kıymetli büyüklerimizle, sizlerle sohbet edelim ve tecrübelerinizi gelecek nesillere aktaralım istedik. Projemiz çok beğenildi. Sonuna geldik ve son programı sizinle gerçekleştirelim istedik. Denizli’de tekstil sektör şu an ne durumda ne söylemek istersiniz? Böyle başlayalım programımıza.
NİHAT ZEYBEKCİ: Öncelikle tebrik ediyor, teşekkür ediyorum. Son bölümü final programını bize ayırdığınız için. Çok güzel bir düşünce. Suya yazmamak lazım bazı şeyleri. Kayıtlara geçmek gerekir. Şehrin ve sektörün hafızası için, gençler için, gelecek için, insanlar için, ileride dönüp bakıldığında nerede, ne yapılmış, nerede hata ya da iyi şeyler yapılmış, hangi yol kavşaklarına gelinmiş, bu anlamda önemli bu iş. Denizli, Türkiye’de nadir rastlanan bir şehir. Kümelenme anlamında söylüyorum bunu. Gerektiğinde sanki bütün şehir tekstil ve konfeksiyon anlamında tek bir firma gibi, tek bir fabrika gibi reaksiyon gösterebilme özelliğine sahip. Çok özel bir şekilde incelenmesi gereken bir şehirdeyiz. Sizin dernek olarak yaptığınız çalışmalar, bu programlar kente ve sektöre çok önemli katkı verecektir. Bunun devamının gelmesi de önemli tabi. Baktığımızda Denizli’nin dinamik, lokomotif sektörü tekstil. Gidip son 50, 100 yıl, 200 yıl, değil de son 2 bin yıl öncesine gittiğinizde, ki biz Denizli Belediye Başkanı olduğumuz dönemde Laodikya’da yapılan kazılarda.. ki o Türkiye’de tektir bir belediyenin antik şehri devralarak kazı çalışmalarını finanse etmesi ve yapması anlamında. Orada bulduğumuz tekstil boya atölyeleri, kalıntıları, tezgah ağırlıkları; tekstilin o dönemlerde de yapıldığını gösteriyor. Öyle ki Hierapolis’te M.Ö 100’lü yıllarda yaşayan Leksus adlı bir kişi 36 defa Ladik kumaşlarını Yunanistan’ın güneyindeki bir burnu geçerek Roma’ya götürdüğünü, mezar taşının ucuna yazdırmış. O zamanlar ihracat yapılıyor. İhracatçı bir şehir. 2 bin yıl öncesine kadar giden bir kültür bu. Son dönemlere gelecek olursak, büyük bir emek ve performans var. Evlerdeki kara el tezgahlarından tutun da Anadolu, Türkiye ve bütün dünya ile rekabet eder bir şehir haline geldi Denizli. Bize de buna şahit olma şansı düştü. Ben 1988 yılının sonunda Denizli’ye geldim. Rahmetli Besalet Küçüker’in transferiyim Denizli’ye. İstanbul’daydım.
MUKADDES BAŞKAYA: İstanbul’da yine tekstil sektöründe miydiniz?
NİHAT ZEYBEKCİ: İstanbul’da öğrencilik yıllarımda, 3,5 yıl tekstil ve hazır giyim ihracatı ile ilgili çalışmalarım oldu. Sonra İngiltere’ye gidip geldikten sonra, Demirören Grup’ta otomotiv parçaları sektöründe görev yaptım. Şu anda içinde olduğumuz otomotiv işine de yatkınım. Besalet Bey ile tanışıklığımız öğrencilik yıllarımda dış ticaret sermaye şirketinden geliyor. 88 yılında bizi Denizli’ye davet etti. Geldik ve 1993 yılının Ağustos ayına kadar yaklaşık 5 yıl kendisi ile çalışma fırsatım oldu. Denizli’nin her halini gördük. Dış ticaret ve ihracatta alt yapı yokluğu, dış ticaret sermaye şirketlerine bağımlı bir ihracat ve Denizli tekstil ve hazır giyim konfeksiyon sektörü. Sonra kendi başına her biri bir dış ticaret sermaye şirketinin kabiliyetlerine bürünen, bugün gelmiş olduğumuz artık e-ticaretle, sanal ortamlarda, fuarların düzenlendiği, Denizli’den kimsenin olmadığı Heimtekstil Fuarlarından, bugün yapıldığı zamanda 50-60 firmanın katıldığı bir ev tekstili anlamında Denizli bir dünya merkezi haline geldi.
MUKADDES BAŞKAYA: Siz okulunda başlamışsınız. Küçüker Tekstil için bir okul gibi derler…
NİHAT ZEYBEKCİ: Denizli’de birçok firmanın okuludur Küçüker. Çok doğurgan, çok derin bir okuldur orası. Çok başarılı mezuniyetleri vardır. Bize de böyle bir imkan oldu. Allah rahmet eylesin. Besalet Ağabey, değerli eşleri ve damatları Taştan Bey’i kaybettik bu korona belası yüzünden. Aramızdan ayrılan Nesa Tekstil Nevzat Özel ağabeyi de anmadan geçemeyeceğim. Kendisiyle çok samimi, çok güzel günlerimiz oldu, hatta ortaklığımızda oldu. Hepsine Allahtan rahmet diliyorum.
NİHAT ZEYBEKCİ: Denizli, bundan 2 bin yıl öncesinde tekstilciydi, bu sektör vardı. Önümüzdeki 100, 300, 500 yıl boyunca değişerek, dönüşerek, bütün dünyanın ihtiyaçlarını da göz önüne alarak olmaya devam edecektir. Çünkü Denizli çok iyi uyum sağlayan bir şehirdir. Denizli önümüzdeki bin yılda da bu sektörde olmaya, katma değerini de yükselterek, çağın gereklerini de yerine getirerek olmaya devam edecek.
MUKADDES BAŞKAYA: Sizden, tekstile giriş hikayenizi de dinleyebilir miyiz?
NİHAT ZEYBEKCİ: İstanbul’a üniversiteye gittiğimiz dönemde… Tabi bir ara ben üniversiteyi okuyamama durumuna geldim. Neden? imkanlar meselesi. Bir hocamız vardı. Haluk Kabahallioğlu… Anayasaya Hukuku dersine giriyordu. Düşünün 80 ihtilali olmuş. Türkiye’de anayasa yok, Anayasa rafa kaldırılmış, biz Anayasa Hukuku okuyoruz. Okuyamayacağım onun asistanı sayesinde kulağına gitmiş. Onun vasıtasıyla İstanbul’da Penta Dış Ticaret’te işe başladım. O zamanlar dış ticaret yeni başlıyor Türkiye’de. Türkiye’nin ihracatının Denizli’nin şimdiki ihracatından daha düşük olduğu dönemler. Küçüker Tekstil ve Besalet Bey ile tanışmamız da o zamanlara denk geliyor. Sonra Penta Dış Ticaret’te biz işi öğrendik. İhracat, kambiyo, gümrük çıkış belgeleri gibi şeyler. Bir süre sonra kendini tekrar etmeye başlıyorsun. Varlıklı bir arkadaşımızın ABD’deki bağlantıları sayesinde, biz ilk ABD’ye elde örgü pullu kazaklardan sipariş aldık. İstanbul’da kurduğumuz bir teşkilatla Ümran Hanım adlı bir ablamızla birlikte, İstanbul’un gecekondu, kenar mahallelerinde öyle bir teşkilat kurduk ki, herkesi tanıyorum. Belki siyasete yatkınlığım oradan geliyor. Sokak sokak ev ev, mahalle teşkilatı gibi teşkilatlanmalarla ipleri ve pulları dağıtıyorduk. Sonra örülünce tekrar topluyorduk. Bir sitenin alt katında sabahlara kadar, ayrı ayrı tasnif edip, paketleyip, ihraca hazır hale getiriyorduk. Bu işi iki yıl yaptık. Sonra İngiltere’ye gittim.
MUKADDES BAŞKAYA: El örgüsü inanılmaz zor. Nasıl yönettiniz?
NİHAT ZEYBEKCİ: Her birini geldikten sonra ölçülerine göre ayırırdık. Sonra beden etiketleri takardık. O günleri negatif anlamda anmak için söylemiyorum. Gelen kazaklar, ev kadınları yaptığı için her biri ayrı ayrı kokularla geliyordu. Yemek yaparken örüldüğü için balık, pastırmalı, sucuklu koktuğu oluyordu. Onları tek tek havalandırıyorduk.
NİHAT ZEYBEKCİ: Benim tekstile başlamam böyle oldu. Sonra İngiltere, ardından Demirören Grup’ta 3,5 yıl çalıştım. Sonra askerlik geldi. Bütün bunlar 26 yaşına kadar yaptıklarım. Hayata erken başladım. İnanılmaz performanslı gece gündüz koşturulan bir hayat. 8 aylık askerliğimde bir kaza geçirdim. 30 günü hastanede geçti. İstanbul Kağıthane’de bir yağışlı günde nöbet değişimi sırasında kaza geçirdik. 45 gün hava değişimi. Ben Denizli’ye geldim. Demirören’de çalışmaya devam ediyorum bu arada. Küçüker Tekstil’de Besalet Bey’i ziyaretim sırasında bana bir teklifte bulundu. Şöyle bir teklif. İstanbul’da ben o zamanın parasıyla 2 milyon 700 bin lira alırken, Besalet bey “Sana 750 lira veririm. Üç ay birbirimizi deneyelim. 3 ay sonra birbirimizden memnunsak para problem olmaz” dedi. Ben güldüm geçtim. “Olmaz” dedim. İstanbul’a geri döndüm. Hava değişimi ve askerlik bitti. Bir hafta sonuydu. Cumartesi günü. İstanbul’da hiç akrabam yok. Sadece okul arkadaşlarım var. Nişanlıyım. Evleneceğim. Eşimi İstanbul’a getireceğim. Bakırköy’deyim. Postanenin önündeyim. Yalnızlık beni o gün çok sıktı. Kendi kendime “Nihat kendin buraya geldin. Yarın çoluk çocuk geleceksin. Kapısını çalacağın kimsen yok. Arkadaşların var ama can dediğin aile dediğin kimsen yok” dedim. O olay benim için çok önemlidir Bakırköy Postanesi. Postaneden içeri girdim. O zamanlar jetonlar var. Büyük jeton var sarı şehirlerarası konuşabiliyorsun. Bir jeton alıp arayacağım Besalet Bey’i eğer telefona çıkarsa, şartlarını kabul ettiğimi söyleyeceğim. Attım jetonu çevirdim numarayı. Açtı “Buyurun ben Besalet” dedi. Ben dedim nasip böyleymiş demek ki. Kabul ettim “evet” dedim ve geldim Denizli’ye. İstanbul’da aldığım maaşın 5’te biriydi aldığım. Üç ay sonra “Ben sizden memnunum” dedim. O da “Bende senden memnunum” dedi. Bir daha da para konuşmadık.
MUKADDES BAŞKAYA: Hayatta verdiğiniz böyle kararlar çok önemli tabi ki.
NİHAT ZEYBEKCİ: Benim hayatım hep böyle kavşaklardan geçti. Küçüker benim için son derece önemli bir okuldu. Ben gençlere, kendi çocuklarıma da hep şunu derim. Çıraklığını yapmadığınız hiçbir işin ustalığını yapmaya soyunmayın. Sizi yerler. Kaşla göz arasında dereye götürür getirirler aç ve susuz bir şekilde. Mutlaka en basiti ile öğrenin. Tekstil mi yapıyorsun dokumayı ipliği öğren, bil. Penye ne bil. Konfeksiyon ile boya ile uğraş. O kokuyu al. Dokun. Çıraklığını yaşa ki yönetimini yapabilesin. Çıraklığını yapmadığın işin yöneticisi nasıl olursun?. Okulda yönetici olunmaz. Çok nadir işler vardır. Ressamlık, müzisyenlik okulda olmaz. Bunun disiplinini alırsın. Bu kabiliyet işi. Mimarlıkta öyle. Kabiliyetle birlikte okul olursa muhteşem bir başarı olur. Yöneticilikte öyle. Eğer içinden geliyorsan, tozunu yuttuysan bırakmazsın. Sen onu, o da seni bırakmaz ve seni başarıya götürür. Tekstille ilgili maceramız bu. 33 sene olmuş.
MUKADDES BAŞKAYA: Gelişme kaydetmek için hangi yollar izlemeli Denizli?. Pandemi ile dönüşüm çok hızlı.
NİHAT ZEYBEKCİ: Denizli nasıl dönüştü?... Birebir yaşayan insanlarız. Milyon adet, 100 bin adet onları görmüş insanlarız. Onun yerine 10 bin, 20 bin siparişleri görünce bunlar iyi siparişler haline geldi. Denizli dönüştü aslında. Bir zamanlar 3, 5 bine dönüp bakmazken, şimdi 30,40, 50, 200’ü yapabilir hale geldi. Çok hızlı dönüşebilen ve müşterisine hizmet verir hale geldi. Kalite, tasarım ve servis… ve ön görülebilir bir sürdürülebilirlik müşteri tarafından, tüketiciden. Bir zamanlar üç ay, beş aylık sipariş zamanları haftalığa dönüştü. Tüketici alışkanlıkları değişti. Önceden müşteriden 10 bin adetlik x malı, tıra yükleyip gönderirdiniz. Müşteriye teslim ederdiniz. Müşteri eskiden 3 ayda bir sipariş verirken, şimdi bana haftaya lazım diyor. Ona göre Denizli değişti. Müşterinin ihtiyaçlarını ön gören, onun isteklerini bir hafta içinde karşılayabilecek özelliklere sahip hale geldi. Eskiden müşteri 10 bin malı tek bir adrese isterken, şimdi 10 ayrı adrese istiyor. Çok yakında, birkaç sene içinde, bence 5 yılı bulmaz. Müşteri elektronik ticaret böyle dev bir dalga ile gelirken, artık bunu mağazalar yerine e-ticaret sitelerinde satmaya başladığında bilin ki o 10 bin malı depolara değil, 10 bin ayrı müşteriye buradan göndermemizi isteyecek. Buna hazır hale gelmemiz gerekiyor. Bunları görüyor, yaşıyoruz. Kısa zamanda buna dönüşecek. Denizli tekstilde dönüştüğü gibi diğer sektörlerde de dönüşüyor. Bir zamanlar Denizli’de ihracat ve istihdamın tekstil sektörü yüzde 80’ini oluşturuyordu. Şimdi bu yüzde 50’ye düştü. Burada yüzde 50’lik bölümde Denizli’nin tekstil ve konfeksiyonda özellikleri ürün bazında değişecek. Teknik tekstile çok gidenler oldu. Salgın dönemi bize bir şey öğretti, medikal tekstil, sağlık tekstili dediğimiz. Bunun yanında başka sektörlerde kendiliğinden ortaya çıkıyor. Bunu üreten makinalarda Denizli’de üretilmeye başlandı. Özellikli kumaşları üreten yerli makinaların üretildiğini ve bunun Denizli’de bir sektör haline geldiğini görüyoruz.
MUKADDES BAŞKAYA: Denizli değişti, dönüştü. Ev tekstili ağırlıklı çalışıyoruz. Minimum marjlarla biz bu siparişleri yapıyoruz. Biz bunları yapmaya devam edebilecek miyiz?. Bunu yapabilmek için pamuğun stratejik bir ürün olması gerekliliği, kendi makinalarımızı yapabiliyor olmamız, tamamen yerli üretim yaparsak bunlarla rekabet edebiliriz diye düşünüyorum. Siz bununla ilgili ne söylemek istersiniz?
NİHAT ZEYBEKCİ: Dünya iki şekilde değişiyor. Tüketim alışkanlıkları, bir de tüketme alışkanlıkları. Tasarımlar, renkler… Tedarik alışkanlıkları değişiyor. Türkiye ve Denizli olarak Hindistan, Çin, Pakistan, Endonezya ile rekabet edebilir miyiz. Hayır, aramızda yüzde 20’nin üzerinde maliyetler anlamında farklar var. Bu maliyetler, Türkiye’de elektrik, ham madde çok pahalı. Hayır, sebep o değil. Türkiye’de sanayide kullanılan elektrik rakiplerimize bakarsak aynı, hatta daha da ucuz. Avrupa’ya bakarsak çok çok daha ucuz olduğunu görürüz. Bu ülkelerle rekabet edemeyiz. Büyük adetler oralarda minimum fiyatlarla üretiliyor. Hizmetlerimizi farklılaştıracağız. Farklı servisler sunacağız. Avrupa’daki müşterilerimize benden ne istersen, şu ürün gamında olmak kaydıyla, altı aylık, bir yıllık konuşursak her hafta ürün yapabiliriz demeliyiz. Düşük miktarda ama fiyatım da bu demeliyiz. Böyle yaparsak uzun yıllar çalışırız. Artık müşterilerimiz eskisi gibi depolarında stok yapmıyorlar. Sıfır stokla devam etmek istiyorlar. Bu Denizli ve Türkiye için avantaj. Stok yapmaması demek bize muhtaç olması demek. En hızlı malı bizden alabilir. Türkiye ve Denizli’ye bakacak olursak, lojistik ve nakliye hizmetleri çok değişti. iki günde Avrupa’nın her noktasına ürün teslim eder hale geldik. Küçük araçlarla çok hızlı bir şekilde kısıtlamalara tabi olmadan gidebiliyor ürünlerimiz. Değişim ve dönüşüm, hızlı tüketim, aç tüketim, stok yapmamak, tüketim pazarlarına yakınlığımız bizim avantajımız. Bizim ve bütün dünya için dezavantaj ise Avrupa’nın kendi markaları ile üretim yapıyoruz. Bizim ürettiğimiz ürünler fiyat hassasiyeti en yüksek olan ürünler. Bir de tüketim alışkanlıklarında en kolay vazgeçilebilir ürünler. Evindeki ev tekstili ürünlerini bu sene değiştirmedim değiştirmeyeceğim diyebilir. Dış giyim öyle değil. Daha markalı ürünler ve tüketmekten kolay kolay vazgeçemeyeceğiniz ürünler. Çocuk en hassastır, asla vazgeçemezsiniz. Kadın da öyle. Üniversitede hocalarımız pazarlama ile ilgili anlatırdı. Hitap edeceğiniz sektörler çocuk, gıda ve kadın derdi. Bunlara hitap etmeye çalışın demişti.
.jpg)
MUKADDES BAŞKAYA: Şunu mu anlamalıyız. Denizli markalaşmaya gitmeli. Tekstil sektöründe de çeşitlilik olmalı.
NİHAT ZEYBEKCİ: Dış giyim, teknik ve medikal tekstil, organikten tutunda geri dönüşümle ilgili birçok alanlar var. Tekstil bize çok şey öğretti. Çok iyi hatırlıyorum. 90’larda müşteri 100 bin bornoz siparişi vermiş. Kasım ayı sonunda Aralık başında istiyor. Noel öncesi mağazalarını doldurmak istiyor. Biz Denizli’den 100 bin bornozu Şubat’ın ortasında gönderiyoruz. Adamla kavga ediyoruz. Mal istedin gönderdik... Ama şimdi değiştik. Çok şey öğrendik. Bu kültür Denizli’de 2 bin yıldır var ve yerleşti artık. Yeni alanlarda çok başarılı işler var. Özellikle dış ve iç giyimde, diğer alanlarda. Türkiye ve Denizli’nin artık kendi markalarını oluşturacağını düşünüyorum. Ev tekstilinde marka oluşturursunuz, ama en kolay vazgeçilebilir bir ürün üretiyorsunuz. Ben Denizlili firmaların diğer alanlarda çok yakında markalı ürünler üreteceğini düşünüyorum. İnternet dünyası var artık. İnsanlar bundan 10-20 sene öncesinde bir ayda üretilen, tüketilen bilgiyi; bugün bir günde üretip, tüketiyor. Bu çağda markalaşmak çok kolay, ama onu sürdürebilmek önemli. Artık sürdürmek pahalı değil kolay. Bir anda milyonlara ulaşabilirsiniz. Ama yaptığınız bir hatada anında milyonlarca kişiye ulaşabilir hale geldi. Çok başarılı örnekler var. Zorluk ve tehlikeleri de var tabi.
MUKADDES BAŞKAYA: Denizli’ye baktığımızda e-ticaretin artması ile birlikte her gün yeni bir marka ismi duyuyoruz. Bu da sektör ve kent adına ümit vadeden bir gelişme. Yılda 3.3 milyar dolarlık ihracatla ülkede 9. Sıradayız. İhracatta başarılı bir şehiriz. Bunun altında yatan başarı faktörü nedir sizce?
NİHAT ZEYBEKCİ: Bizi geçen şehirler oldu. Lojistik anlamındaki avantajlarından dolayı. Sakarya, Kocaeli, Bursa gibi. Özellikle otomotiv sektörü ile ilgili. Bizim toplam ihracatımız kadar bir şirket ihracat yapıyor. Biz başarılı mıyız. Evet başarılıyız. 25 – 30 sene önce 100 milyon dolarlardan şimdi 3.3 milyar dolarlara geldik. Denizli’den üretilip İstanbul, İzmir’den gösterilen ihracatla bu rakam 4,5 - 5 milyar Dolarlara ulaşıyor. Çok daha farklı olabilir mi? Evet olabilir. Ben Denizli’nin gerek insan alt yapısı, gerekse teknik anlamda kapasitesi alt yapısıyla 5-6 milyar Dolarlık ihracat yapabileceğini düşünüyorum, tabi diğer farklı sektörlerle birlikte. Bizim hayallerimiz vardı. Denizli İhracatçılar Birliği Başkanıyken, yola çıktığımızda o zamanlar tabi, bazı arkadaşlarımız Allah Rahmet eylesin. Hakkın rahmetine kavuştular. Onlarla Denizli hayallerimizde turizm, gıda, tekstil konfeksiyon, makinada, camda, maden ve mermerde; her birinde 3’er milyar Dolarlık ihracat yapabilecek bir şehirdeyiz. Denizli fıkır fıkır kaynayan birçok şehrin örnek aldığı bir kenttir. Bize şöyle derler… İki Denizlili bir araya gelince ne iş yapalım diye konuşursunuz. Biz ise bu akşam nereye gidelim diye konuşuruz derler.. Bu övünülecek bir özellik. Önümüzdeki süreçte Denizli’nin geldiği yere başarılı buluyorum. Ama yetmez. Yeni nesil çok farklı düşünüyor. Benim oğlum farklı, daha küçük oğlum ise daha da farklı düşünüyor. Bu böyle olmaz diyorlar. Onlarla aynı çağda değil miyiz, yaşlandık mı? diye düşünüyorum. Zamanla yavaş yavaş çekileceğiz herhalde.
MUKADDES BAŞKAYA: Farklı farklı şirketleriniz var. Kurumsallaşmak önemli. Peki, siz kurumsallaşmayı nasıl yönetiyorsunuz? Bunu sormak istiyorum…
NİHAT ZEYBEKCİ: 2004 yılında Belediye Başkanı adayı olduğumuz tarihlerde 17 yıl olmuş. 21 Şubat tarihinde o zaman Denizli İhracatçılar Birliği Başkanıyım. Cumhurbaşkanımız o zaman Başbakanımız. Benim rızam olmadan, bir adaylık başvurum dahi olmadan, bir gece önce sabaha kadar direnmeme rağmen “Denizli Belediye Başkan Adayımız Nihat Zeybekci’dir” diye açıkladı, geçti. Ama ondan öncesi de vardı. 2002’de Milletvekilliği seçimleri sırasında üzerimizde inanılmaz büyük bir baskı kurdu. “Denizli’den Milletvekili adayı olacaksın” diye. Bizim şirketlerimiz o dönem aile şirketi değildi. Rahmetli Nevzat Ağabey ile büyük bir yatırıma girerek, 2002 yılında boya terbiye tesisimizi kurmuştuk. Ben “Yapamam, gidemem, Milletvekili olarak bırakıp gidemem, her şey yerde kalır” dedim. 2004’te dedi ki “Sen Milletvekili olup gidemem demiştin, belediye başkanlığını da yaparsın, işlerine de yan gözle bakarsın” diyerek bizim adaylığımızı açıklayıp geçti. Allah razı olsun. Denizli o dönem bir destan yazdı. Kimsenin beklemediği bir başarı oluştu. 2004 yılının 28 Mart tarihinde Denizli Belediye Başkanı olduğumuzda işlere yan gözle de baksak, bir anlık bir uzaklaşma, kopma oldu. Belki öyle düşünen vardır. Ben olmazsam işler mahvolur. Ben olmazsam bana bağlı olan kurumlar mahvolur. Valisi, Belediye Başkanı, Milletvekili, Bakanı böyle düşünebilir. Merak etme sen olmazsan hiçbir şey olmaz. Bir şekilde o toparlar ve kendi yolunu bulur. Bizim şirketlerimizde de o dönemde sabah 07.00’de iş yerine gider, işlere bir saat bakardım. Sonra sabaha kadar belediye ve kentin meseleleri için koştururduk. Denizlililer iyi bilir ne kadar çok çalıştığımızı, koşturduğumuzu. Denizli’deki üst yapı ve alt yapı projelerimizle. Tabi yan gözle bakmak 2011’de bitti. Milletvekilliği, ardından Bakanlık… Tabi eşim, işlere çok dahil oldu. Ortaklıklarımız vardı. Nevzat Bey, Rıza Bey, İlhan Bey… Gerek eşim, gerekse ortaklarım anlamında çok şanslıyım. Onlar bizim yokluğumuzu aratmadılar. İşlerimizi biz olmadan da gayet güzel götürdüler. Şimdi askerliğimiz bitti siyasetle ilgili hizmetimiz. Denizli’ye 7 yıl, Türkiye’ye ise 7 yıl hizmet ettik. Belediye Başkanlığı, Milletvekilliği ve Bakanlıkla hizmet etmeye çalıştık diyeyim. Amacımız, niyetimiz sadece hizmet etmekti. Şimdi yaklaşık 2,5 yıldır artık işlerimizi takip ediyoruz. Kurumsallaşmayı bir noktaya getirdik. 9 şirketimiz, 1200 çalışanımız var. Yüzmeyi de öyle öğrendim ben. Bizim köyde arkadaşlar Karapınar deresinde atlar, yüzerdi. Bende o dereye atlayınca yüzülüyormuş onu anladım. Yüzmenin öğrenilmesi gerektiğini bilmiyordum. Biz kurumsallaşmayı suya atlayarak öğrendik.
MUKADDES BAŞKAYA: Bütün dünya da bu böyle sanırım. Şirketler atlayarak öğreniyor.
NİHAT ZEYBEKCİ: Atlayarak ve devamlı yenileyerek. Hem teknik, hem mantalite olarak. Tüm yeniliklere açık olmak gerekir. Mevlana’nın sözü gibi. “Bir yerden bir yere göçmek ne güzel. Bir yerden bir yere varmak ne güzel. Donmadan, bulanmadan akmak ne güzel” Hep bu dönüşüm, değişim, bulanmamak, donmamak, yenilenmek. Bunu hayatta uygulamak lazım. Bir işiniz var diyelim. Dokuma işi yapıyorsunuz. O dokuma salonunu her anlamda yenilemezseniz, teknolojik anlamda, teknik, mantalite anlamında yenilemezseniz başarılı olamazsınız. 1992 yılında Küçüker Tekstil’deyim. İngiltere’ye gittim. Bir müşterimizle üreticinin yanındayız. Çok başarılı işler yaptığımız bir üreticiydi. İngiltere’de havlu deyince ilk o akla gelir. Girişlerinde İngiltere’deki havlunun hikayesini yazmışlar. Henry Cristie adlı bir adamın kardeşi ile birlikte Osmanlı Sarayı’nı ziyaret ettiklerinde aşırdıkları bir havluyu götürüp orada çözüyorlar. Tekniğini ve nasıl yapıldığını öğreniyorlar. Turkish Towel diye yazar. Dünyada havlu Türk Havlusu olarak anılır. Havlu bir Türk icadıdır. Bu bukleme işi bir Türk icadıdır. İngilizler bizden almış. Oraya koymuşlar 1800’lü yıllarda diye. Tabi gittim oraya ve dokuma salonlarına girdim. Havlu dokuyorlar. Bir başka dünya. Sene 1992. Orta yaşlı bir kadın. Önümden hızla geçti. Ayağında paten var. 12 havlu tezgahına birden bakıyor. İyi para alıyor. Sordum verimlilik, sakat, randıman ne kadar… Döndüm Denizli’ye bütün dünyam değişti. Rekabet etmemiz için bizim o noktaya gelmemiz lazım. Biz o dönem Türkiye’de yüzde 60 randıman bulduğumuz zaman süper derdik. Aynı tezgah. Aynı teknik ve teknoloji. Adam orada yüzde 98 yapıyor. 12 tezgaha bakıyor. Biz yüzde 90’lara gelmiş olsaydık, bir dokumacı altı tezgaha baksaydı, biz o gün İngiltere’deki dokumacının aldığı ücretin yüzde 50 fazlasını verseydik, verimlilik anlamında büyük kardaydık. Bunu hesapladık o zaman Rahmetli Sait Küçüker ile. Denizli şimdi yüzde 98’lere geldi. Salonlar değişti. Artık 6 tezgaha bakan çalışanlar var. Daha gelişecek gidecek yok yerimiz var.
MUKADDES BAŞKAYA: 80’lerden bu yana birçok kriz yaşandı. Krizleri nasıl yönetebildiniz? Buralara gelirken…
NİHAT ZEYBEKCİ: 1993 yılında Ağustos ayında Küçüker Tekstil’den ayrıldım. 1994 yılının Şubat ayında ilk ihracatımızı Turkuaz Tekstil olarak yaptık. 1994 yılının sonunda o güne kadar neyimiz var, neyimiz yok satarak sermaye yaptık. Küçüker’de iyi kazanan bir profesyoneldim. Arsalar, eşimin kolundaki takılara kadar sermayeye koyduk. 1994 yılının Ekim ayı gibi toparladık. Kendimize geldik. O gün bir karar verdim. “Hayatım boyunca asla çek ve senet imzalamayacağım. Sözümle hareket edeceğim” dedim. O günden bu yana çek senet imzaladım. Ödeme tarihi olarak tüm Türkiye ve Denizli bilir. Tüm şirketlerimizde ödeme günü ne günse o gün ödeme yapılır. Kendi öz sermayemizle şirketlerimizi götürmeye çalıştık. Borçlanma oldu tabi ama, oran olarak bakarsak belirli bir oranın hep altında tutmaya çalıştık. O krizleri kaldırabilecek bir alt yapımız hep vardı. Finans yönetimini sağlayan arkadaşlarımız son derece iyiydi. Krizler bizi çok yaraladı. Profesyonel olarak çalışırken, Asya krizi, Rusya krizi, yüzde 8 bin, 10 bin faizlerin olduğu, devalüasyonun olduğu, Türk Lirasının yüzde yüz değer kaybettiği, varlık vergilerinin olduğu o günleri çok iyi hatırlıyoruz. Yaşadık… 2000 – 2001 krizleri; peşin vergiler oralardan kalma. Mali sistem alıştığı için bir türlü vazgeçilemiyor. Siyasi kimliğimden dolayı bu söylediklerime alınanlar olabilir ama, bunlar Türkiye’nin yaşadığı gerçekler. Denizli’de bunu birebir yaşadı. Denizli’de bazı güçlü değerli şirketleri kaybettik o dönemde. Denizli’deki birçok şirkette krizleri nasıl yöneteceğini öğrendi. Sobada elini yaka yaka… Doğal reflekslerimiz var krizlere karşı. Öğrendiğimiz ezberler var. Denizli bu anlamda son derece sağlam. Bankalar, havalar güzelken, yaklaşırlar Denizli firmalarına. Bir şey olduğunda tekstil sektörüne genel müdürlüğümüz sıcak bakmıyor derler. Merak etmesinler. Tekstil sektörü ve Denizli önümüzdeki yüzyıllar boyunca dünyada adından söz ettirmeye ve merkez olmaya devam edecek.
MUKADDES BAŞKAYA: Sanayicilere, yatırımcılara, yeni nesle neler söylersiniz. Ne gibi öğütler vermek istersiniz?
NİHAT ZEYBEKCİ: Turkuaz Tekstil’i kurduğumuzda 32 yaşındaydım. O zaman neyim var neyim yok riske ederek bu işe girdim. Şu an yapar mıyım yapamam. Her şeyi insan bir yere koyup o riski alabilir mi? İnsan gençken bunu yapıyor ama çok da seyrek başarıya ulaşıyor. Onun için risk alırken ölçülü risk almak lazım. Benim yaptığım gibi yapmamak lazım. O zaman şöyle demiştim. Kaybedersem baştan başlarım. Ama cesurda olmak gerekiyor. Çağ çok hızlı. Her şey değişti. Bir yıl öncesinin teknolojisi ile bu sene hareket edemiyorsunuz. Çağı çok iyi okumak lazım. Önümüzdeki 3, 5, 10, 20 yılda Dünya nereye, sektör nereye evrilecek?, Bunları şimdiden ön görerek ona göre hazırlanmak lazım. Sürekli yenilenmek ve bundan korkmamak lazım. Diğer bir hata, yaptıklarımızdan biri.. Olabilir. Turkuaz Tekstil’in yaptığı çalışmalar içinde yıllık karının yüzde 10’unu başta sektörlerde deneyebilirsiniz. Ama karının tamamını başka sektörlerde denersiniz, kaybedersiniz. O zaman Turkuaz Tekstil kendini yenileyemez, çağa ayak uyduramaz ve bir süre sonra doğal seleksiyon sizi sistemin dışına iter. Demode hale gelirsiniz. Yenilenmeyi o yüzden herkes asla ihmal etmesin. Kazandığınız para için şunu demeyin. Bu benim param. Hayır, o şirketin parası. Onu oradan çekmemek lazım. Yeni heyecanlara geçebilirsiniz. Bizim 9 şirketimizin hepsi tekstilde değil. İkisi tekstil. Diğerleri farklı sektörlerde. Ama hepsi Turkuaz Tekstil’den çıktı. Turkuaz bizim ilk göz ağrımız ana gemimiz ama Turkuaz’ın içinden çıkan bazı şirketler şimdi Turkuaz’ı geçti daha büyük hale geldi.
MUKADDES BAŞKAYA: Tekrar dünyaya gelseniz, yine tekstil sektörünü mü yoksa diğer başka bir sektörümü tercih edersiniz?
NİHAT ZEYBEKCİ: İlla ki tekstil. Bizim nesil öyle bir şey ki bu. İpliğin kumaşın kokusu olur mu? olur. Dokuma salonuna gidip, bir köşede bir sandalyeye oturup, uyuklayıp dinlerinken, tezgah durduğunda uyanırsın. Tekstil mübarek bir iş. Diğer sektörlerde var ama aynı şey değil. İlk göz ağrımız, ilk aşkımız tekstil.
MUKADDES BAŞKAYA: Size en çok heyecan veren tecrübeniz neydi?
NİHAT ZEYBEKCİ: Benim ilk tekstile profesyonel olarak başladığım yer Küçüker Tekstil’di. Nejat Küçüker üniversiteyi bitirdi geldi, Ben İstanbul’dan geldim, sonra beraber başladık. Küçüker o zaman ben ilk başladığımda 3 milyon Dolar ihracat yapıyordu. Ben 1992’de ayrıldığımda 42 milyon Dolara ulaşmıştık. Nereden nereye geldik. Çok başarılı işler yaptık. İlk Wimbledon Havlularını biz ürettik Küçüker’de. O büyük bir başarıydı bizim için. İlk Japonya’ya ihracat yapan adam olmak. İlk Heimtekstil Furı’na katılmak. 3 yıl boyunca bir müşteriyi kovaladım. 3 yılın sonunda ilk siparişi almak muhteşem bir tecrübeydi benim için.
MUKADDES BAŞKAYA: Bu sözleriniz ve anlattıklarınızla gençlere aslında çok önemli öğütler mesajlar verdiniz. Yeni nesil çok sabırsız. Her şey çok çabuk olsun istiyorlar.
NİHAT ZEYBEKCİ: 3 yıl sürdü. 3 yılın sonunda başarmak inanılmazdı. Ticaret sabır işidir. Pazarlama sabır işidir. Üretimde öyle. Sabırsızsanız olmaz o iş. Kollarımız uzardı. Düşünsenize, omuzlarımda iki tane numune çantaları, iki tane bavul, Avrupa’da ülke ülke müşterileri dolaşıyorsunuz. Ürettiğimiz kravat ya da iç çamaşırı değil ki, ufak bir çantaya koyalım koleksiyonu. Havaalanından tren istasyonuna koşturursun, rötarlar da var tabi. Ayın yarısı ülke dışında geçerdi. Güzel günlerdi. Bunu bütün Denizli yaptı. Aynı performansı gösterdi. Bizden önceki nesil vardı. Biz onların üzerine teknik anlamda farklılıklar kattık. Gençlere, çocuklara onu söylerim hep. Biz insanlık tarihinin en şanslı nesliyiz. Bizim nesil. Niye diyorlar. Ben çiftçi çocuğuyum. Tütün tarlasında doğmuşum. Ekin biçmeyi bilirim orakla. Bana iki at verin çift sürmeyi bilirim. Harmanda, tütünde çalıştım. Hepsini bilirim. Hasatla ilgili bundan bin sene öncesi teknolojiyi de yaşadım, en elektroniğini de gördüm. Bizim nesil hesap yaparken, ilk elektrikli hesap makinasını da gördü, şeritliyi de gördü, ilk elektrikli daktiloyu gördü, ilk bilgisayar dersini tahta üzerinde gördü, sonra devasa oda büyüklüğündeki bilgisayarları da gördük. Bunun gelinen noktada bundan sonra teknolojinin nereye gideceğini tahmin edebiliyoruz. Şimdi 40 yaş ve altına gidersek onlar bizim yaşadıklarımızı görmediler. Ben bu yüzden kendimi ve bizim nesli çok şanslı görüyorum. Her şeyi gördük biz. Onların göreceklerini de tahmin edebiliyorum. Üç beş sene sonra insanların gözlerine takılan mercekler daha elektronik hale gelerek değişecek. Ticaret değişecek. Üretim teknolojileri değişecek. Endüstri 4.0, 5.0 mesela. 2 bin kişinin ürettiği ürünleri 20 kişilik teknik kadro ile yapabilecek hale geldiler.
MUKADDES BAŞKAYA: Programımızın sonuna geldik. Neler söylemek istersiniz. Özellikle gençlere, genç sanayicilere….
NİHAT ZEYBEKCİ: Korkmasınlar. Dünyadan korkmasınlar. Dünya yuvarlak değil. Dünya düz. Şu kadar bir ekran. Eğitimlerini aksatmasınlar. İmkanı olanlar için söylüyorum. Kimse bana imkanım yoktu demesin. Ben amele çocuğuyum. 7 yaşında anamla birlikte ilk ameleliğe gittim. Tütün tarlasında fide ve su dağıtırdım. Ama Türkiye’nin en güzel okullarında okudum. Anam babam mı ödedi? Hayır. Bu Millet bu Devlet ödedi. Yurt dışında da okudum. İnsan isterse birçok şeyi başarabilir. Mutlaka dünya insanı olsunlar. Biz bir dil bilmenin çok büyük avantajlarını yaşadık. Şimdi bir dil bilmek standart hale geldi. İki üç dil bilmek lazım. Cesur olsunlar. Sabırlı olsunlar. Tüketim toplumu olduk. Çok çabuk tüketiyoruz bilgiyi. Sabrı kaybettik. Artık sabretmiyoruz. Sabırla muhteşem olur. Denizli’ye inansınlar. Bizde İstanbul’a gittik okuduk. Yurt dışına gittik. Denizli deyince “Hadi canım ne işim var Denizli’de” derdik. Nasip. Siyasi ve devlet görevlerim ile kendi işim nedeniyle dünyanın her ülkesine gittim. Türkiye’ye döndüğüm zaman hep şunu dedim. Dünyanın en güzel ülkesi Türkiye. Denizli’ye geldiğimde de derim ki Türkiye’nin en güzel şehri de Denizli. Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum. Bunları unutmasınlar. Gitsinler ama Denizli’ye geri gelsinler. Denizli çok verimli bir şehir.
NİHAT ZEYBEKCİ İLE YAPILAN BU ÇOK ÖZEL RÖPORTAJIN TAMAMINI BURADAN İZLEYEBİLİRSİNİZ…
ÖZEL RÖPORTAJ
Her Hafta Salı günü yayınlanan ve tekstil duayenlerinin hayatlarının anlatıldığı bu çok özel programın final bölümünde Son Ekonomi Bakanı ve Turkuaz Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Zeybekci, iş ve özel hayatından kesitler anlattı.
DETGİS Yönetim Kurulu Başkanı Mukaddes Başkaya’ya mesleğe nasıl başladığından, bugünlere nasıl geldiğine kadar birçok konuda tecrübelerini aktaran Zeybekci, ayrıca tekstil sektöründeki yaşadıklarından, sektörün geleceğine kadar birçok önemli konuyla ilgili de ilk kez konuştu. Zeybekci iş yaşamındaki başarısının sırlarını da Denizli Metropol ile paylaştı. İzleyici rekoru kıran programda ayrıca Denizli tekstil sanayisinin dünü ve bugünü de masaya yatırıldı.
İŞTE O RÖPORTAJ…
MUKADDES BAŞKAYA: Programımızın final bölümü ile karşınızdayız. Son bölümümüzde bizim için, sektörümüz ve Denizli için çok kıymetli bir isimle birlikteyiz. Bugün kurucularımızdan, Son Ekonomi Bakanımız Nihat Zeybekci ile bir aradayız. Böyle bir proje ile yola çıktık kuruluşumuzun 20. Yılında. Tekstil sektörünün tek derneğiyiz. Böyle bir proje aklımıza geldi. Denizli Metropol Kurucusu Arif Zor ile bir araya geldik ve proje bu safhaya geldi. Denizli’de sektöre yön veren kıymetli büyüklerimizle, sizlerle sohbet edelim ve tecrübelerinizi gelecek nesillere aktaralım istedik. Projemiz çok beğenildi. Sonuna geldik ve son programı sizinle gerçekleştirelim istedik. Denizli’de tekstil sektör şu an ne durumda ne söylemek istersiniz? Böyle başlayalım programımıza.
NİHAT ZEYBEKCİ: Öncelikle tebrik ediyor, teşekkür ediyorum. Son bölümü final programını bize ayırdığınız için. Çok güzel bir düşünce. Suya yazmamak lazım bazı şeyleri. Kayıtlara geçmek gerekir. Şehrin ve sektörün hafızası için, gençler için, gelecek için, insanlar için, ileride dönüp bakıldığında nerede, ne yapılmış, nerede hata ya da iyi şeyler yapılmış, hangi yol kavşaklarına gelinmiş, bu anlamda önemli bu iş. Denizli, Türkiye’de nadir rastlanan bir şehir. Kümelenme anlamında söylüyorum bunu. Gerektiğinde sanki bütün şehir tekstil ve konfeksiyon anlamında tek bir firma gibi, tek bir fabrika gibi reaksiyon gösterebilme özelliğine sahip. Çok özel bir şekilde incelenmesi gereken bir şehirdeyiz. Sizin dernek olarak yaptığınız çalışmalar, bu programlar kente ve sektöre çok önemli katkı verecektir. Bunun devamının gelmesi de önemli tabi. Baktığımızda Denizli’nin dinamik, lokomotif sektörü tekstil. Gidip son 50, 100 yıl, 200 yıl, değil de son 2 bin yıl öncesine gittiğinizde, ki biz Denizli Belediye Başkanı olduğumuz dönemde Laodikya’da yapılan kazılarda.. ki o Türkiye’de tektir bir belediyenin antik şehri devralarak kazı çalışmalarını finanse etmesi ve yapması anlamında. Orada bulduğumuz tekstil boya atölyeleri, kalıntıları, tezgah ağırlıkları; tekstilin o dönemlerde de yapıldığını gösteriyor. Öyle ki Hierapolis’te M.Ö 100’lü yıllarda yaşayan Leksus adlı bir kişi 36 defa Ladik kumaşlarını Yunanistan’ın güneyindeki bir burnu geçerek Roma’ya götürdüğünü, mezar taşının ucuna yazdırmış. O zamanlar ihracat yapılıyor. İhracatçı bir şehir. 2 bin yıl öncesine kadar giden bir kültür bu. Son dönemlere gelecek olursak, büyük bir emek ve performans var. Evlerdeki kara el tezgahlarından tutun da Anadolu, Türkiye ve bütün dünya ile rekabet eder bir şehir haline geldi Denizli. Bize de buna şahit olma şansı düştü. Ben 1988 yılının sonunda Denizli’ye geldim. Rahmetli Besalet Küçüker’in transferiyim Denizli’ye. İstanbul’daydım.
MUKADDES BAŞKAYA: İstanbul’da yine tekstil sektöründe miydiniz?
NİHAT ZEYBEKCİ: İstanbul’da öğrencilik yıllarımda, 3,5 yıl tekstil ve hazır giyim ihracatı ile ilgili çalışmalarım oldu. Sonra İngiltere’ye gidip geldikten sonra, Demirören Grup’ta otomotiv parçaları sektöründe görev yaptım. Şu anda içinde olduğumuz otomotiv işine de yatkınım. Besalet Bey ile tanışıklığımız öğrencilik yıllarımda dış ticaret sermaye şirketinden geliyor. 88 yılında bizi Denizli’ye davet etti. Geldik ve 1993 yılının Ağustos ayına kadar yaklaşık 5 yıl kendisi ile çalışma fırsatım oldu. Denizli’nin her halini gördük. Dış ticaret ve ihracatta alt yapı yokluğu, dış ticaret sermaye şirketlerine bağımlı bir ihracat ve Denizli tekstil ve hazır giyim konfeksiyon sektörü. Sonra kendi başına her biri bir dış ticaret sermaye şirketinin kabiliyetlerine bürünen, bugün gelmiş olduğumuz artık e-ticaretle, sanal ortamlarda, fuarların düzenlendiği, Denizli’den kimsenin olmadığı Heimtekstil Fuarlarından, bugün yapıldığı zamanda 50-60 firmanın katıldığı bir ev tekstili anlamında Denizli bir dünya merkezi haline geldi.
MUKADDES BAŞKAYA: Siz okulunda başlamışsınız. Küçüker Tekstil için bir okul gibi derler…
NİHAT ZEYBEKCİ: Denizli’de birçok firmanın okuludur Küçüker. Çok doğurgan, çok derin bir okuldur orası. Çok başarılı mezuniyetleri vardır. Bize de böyle bir imkan oldu. Allah rahmet eylesin. Besalet Ağabey, değerli eşleri ve damatları Taştan Bey’i kaybettik bu korona belası yüzünden. Aramızdan ayrılan Nesa Tekstil Nevzat Özel ağabeyi de anmadan geçemeyeceğim. Kendisiyle çok samimi, çok güzel günlerimiz oldu, hatta ortaklığımızda oldu. Hepsine Allahtan rahmet diliyorum.
NİHAT ZEYBEKCİ: Denizli, bundan 2 bin yıl öncesinde tekstilciydi, bu sektör vardı. Önümüzdeki 100, 300, 500 yıl boyunca değişerek, dönüşerek, bütün dünyanın ihtiyaçlarını da göz önüne alarak olmaya devam edecektir. Çünkü Denizli çok iyi uyum sağlayan bir şehirdir. Denizli önümüzdeki bin yılda da bu sektörde olmaya, katma değerini de yükselterek, çağın gereklerini de yerine getirerek olmaya devam edecek.
MUKADDES BAŞKAYA: Sizden, tekstile giriş hikayenizi de dinleyebilir miyiz?
NİHAT ZEYBEKCİ: İstanbul’a üniversiteye gittiğimiz dönemde… Tabi bir ara ben üniversiteyi okuyamama durumuna geldim. Neden? imkanlar meselesi. Bir hocamız vardı. Haluk Kabahallioğlu… Anayasaya Hukuku dersine giriyordu. Düşünün 80 ihtilali olmuş. Türkiye’de anayasa yok, Anayasa rafa kaldırılmış, biz Anayasa Hukuku okuyoruz. Okuyamayacağım onun asistanı sayesinde kulağına gitmiş. Onun vasıtasıyla İstanbul’da Penta Dış Ticaret’te işe başladım. O zamanlar dış ticaret yeni başlıyor Türkiye’de. Türkiye’nin ihracatının Denizli’nin şimdiki ihracatından daha düşük olduğu dönemler. Küçüker Tekstil ve Besalet Bey ile tanışmamız da o zamanlara denk geliyor. Sonra Penta Dış Ticaret’te biz işi öğrendik. İhracat, kambiyo, gümrük çıkış belgeleri gibi şeyler. Bir süre sonra kendini tekrar etmeye başlıyorsun. Varlıklı bir arkadaşımızın ABD’deki bağlantıları sayesinde, biz ilk ABD’ye elde örgü pullu kazaklardan sipariş aldık. İstanbul’da kurduğumuz bir teşkilatla Ümran Hanım adlı bir ablamızla birlikte, İstanbul’un gecekondu, kenar mahallelerinde öyle bir teşkilat kurduk ki, herkesi tanıyorum. Belki siyasete yatkınlığım oradan geliyor. Sokak sokak ev ev, mahalle teşkilatı gibi teşkilatlanmalarla ipleri ve pulları dağıtıyorduk. Sonra örülünce tekrar topluyorduk. Bir sitenin alt katında sabahlara kadar, ayrı ayrı tasnif edip, paketleyip, ihraca hazır hale getiriyorduk. Bu işi iki yıl yaptık. Sonra İngiltere’ye gittim.
MUKADDES BAŞKAYA: El örgüsü inanılmaz zor. Nasıl yönettiniz?
NİHAT ZEYBEKCİ: Her birini geldikten sonra ölçülerine göre ayırırdık. Sonra beden etiketleri takardık. O günleri negatif anlamda anmak için söylemiyorum. Gelen kazaklar, ev kadınları yaptığı için her biri ayrı ayrı kokularla geliyordu. Yemek yaparken örüldüğü için balık, pastırmalı, sucuklu koktuğu oluyordu. Onları tek tek havalandırıyorduk.
NİHAT ZEYBEKCİ: Benim tekstile başlamam böyle oldu. Sonra İngiltere, ardından Demirören Grup’ta 3,5 yıl çalıştım. Sonra askerlik geldi. Bütün bunlar 26 yaşına kadar yaptıklarım. Hayata erken başladım. İnanılmaz performanslı gece gündüz koşturulan bir hayat. 8 aylık askerliğimde bir kaza geçirdim. 30 günü hastanede geçti. İstanbul Kağıthane’de bir yağışlı günde nöbet değişimi sırasında kaza geçirdik. 45 gün hava değişimi. Ben Denizli’ye geldim. Demirören’de çalışmaya devam ediyorum bu arada. Küçüker Tekstil’de Besalet Bey’i ziyaretim sırasında bana bir teklifte bulundu. Şöyle bir teklif. İstanbul’da ben o zamanın parasıyla 2 milyon 700 bin lira alırken, Besalet bey “Sana 750 lira veririm. Üç ay birbirimizi deneyelim. 3 ay sonra birbirimizden memnunsak para problem olmaz” dedi. Ben güldüm geçtim. “Olmaz” dedim. İstanbul’a geri döndüm. Hava değişimi ve askerlik bitti. Bir hafta sonuydu. Cumartesi günü. İstanbul’da hiç akrabam yok. Sadece okul arkadaşlarım var. Nişanlıyım. Evleneceğim. Eşimi İstanbul’a getireceğim. Bakırköy’deyim. Postanenin önündeyim. Yalnızlık beni o gün çok sıktı. Kendi kendime “Nihat kendin buraya geldin. Yarın çoluk çocuk geleceksin. Kapısını çalacağın kimsen yok. Arkadaşların var ama can dediğin aile dediğin kimsen yok” dedim. O olay benim için çok önemlidir Bakırköy Postanesi. Postaneden içeri girdim. O zamanlar jetonlar var. Büyük jeton var sarı şehirlerarası konuşabiliyorsun. Bir jeton alıp arayacağım Besalet Bey’i eğer telefona çıkarsa, şartlarını kabul ettiğimi söyleyeceğim. Attım jetonu çevirdim numarayı. Açtı “Buyurun ben Besalet” dedi. Ben dedim nasip böyleymiş demek ki. Kabul ettim “evet” dedim ve geldim Denizli’ye. İstanbul’da aldığım maaşın 5’te biriydi aldığım. Üç ay sonra “Ben sizden memnunum” dedim. O da “Bende senden memnunum” dedi. Bir daha da para konuşmadık.
MUKADDES BAŞKAYA: Hayatta verdiğiniz böyle kararlar çok önemli tabi ki.
NİHAT ZEYBEKCİ: Benim hayatım hep böyle kavşaklardan geçti. Küçüker benim için son derece önemli bir okuldu. Ben gençlere, kendi çocuklarıma da hep şunu derim. Çıraklığını yapmadığınız hiçbir işin ustalığını yapmaya soyunmayın. Sizi yerler. Kaşla göz arasında dereye götürür getirirler aç ve susuz bir şekilde. Mutlaka en basiti ile öğrenin. Tekstil mi yapıyorsun dokumayı ipliği öğren, bil. Penye ne bil. Konfeksiyon ile boya ile uğraş. O kokuyu al. Dokun. Çıraklığını yaşa ki yönetimini yapabilesin. Çıraklığını yapmadığın işin yöneticisi nasıl olursun?. Okulda yönetici olunmaz. Çok nadir işler vardır. Ressamlık, müzisyenlik okulda olmaz. Bunun disiplinini alırsın. Bu kabiliyet işi. Mimarlıkta öyle. Kabiliyetle birlikte okul olursa muhteşem bir başarı olur. Yöneticilikte öyle. Eğer içinden geliyorsan, tozunu yuttuysan bırakmazsın. Sen onu, o da seni bırakmaz ve seni başarıya götürür. Tekstille ilgili maceramız bu. 33 sene olmuş.
MUKADDES BAŞKAYA: Gelişme kaydetmek için hangi yollar izlemeli Denizli?. Pandemi ile dönüşüm çok hızlı.
NİHAT ZEYBEKCİ: Denizli nasıl dönüştü?... Birebir yaşayan insanlarız. Milyon adet, 100 bin adet onları görmüş insanlarız. Onun yerine 10 bin, 20 bin siparişleri görünce bunlar iyi siparişler haline geldi. Denizli dönüştü aslında. Bir zamanlar 3, 5 bine dönüp bakmazken, şimdi 30,40, 50, 200’ü yapabilir hale geldi. Çok hızlı dönüşebilen ve müşterisine hizmet verir hale geldi. Kalite, tasarım ve servis… ve ön görülebilir bir sürdürülebilirlik müşteri tarafından, tüketiciden. Bir zamanlar üç ay, beş aylık sipariş zamanları haftalığa dönüştü. Tüketici alışkanlıkları değişti. Önceden müşteriden 10 bin adetlik x malı, tıra yükleyip gönderirdiniz. Müşteriye teslim ederdiniz. Müşteri eskiden 3 ayda bir sipariş verirken, şimdi bana haftaya lazım diyor. Ona göre Denizli değişti. Müşterinin ihtiyaçlarını ön gören, onun isteklerini bir hafta içinde karşılayabilecek özelliklere sahip hale geldi. Eskiden müşteri 10 bin malı tek bir adrese isterken, şimdi 10 ayrı adrese istiyor. Çok yakında, birkaç sene içinde, bence 5 yılı bulmaz. Müşteri elektronik ticaret böyle dev bir dalga ile gelirken, artık bunu mağazalar yerine e-ticaret sitelerinde satmaya başladığında bilin ki o 10 bin malı depolara değil, 10 bin ayrı müşteriye buradan göndermemizi isteyecek. Buna hazır hale gelmemiz gerekiyor. Bunları görüyor, yaşıyoruz. Kısa zamanda buna dönüşecek. Denizli tekstilde dönüştüğü gibi diğer sektörlerde de dönüşüyor. Bir zamanlar Denizli’de ihracat ve istihdamın tekstil sektörü yüzde 80’ini oluşturuyordu. Şimdi bu yüzde 50’ye düştü. Burada yüzde 50’lik bölümde Denizli’nin tekstil ve konfeksiyonda özellikleri ürün bazında değişecek. Teknik tekstile çok gidenler oldu. Salgın dönemi bize bir şey öğretti, medikal tekstil, sağlık tekstili dediğimiz. Bunun yanında başka sektörlerde kendiliğinden ortaya çıkıyor. Bunu üreten makinalarda Denizli’de üretilmeye başlandı. Özellikli kumaşları üreten yerli makinaların üretildiğini ve bunun Denizli’de bir sektör haline geldiğini görüyoruz.
MUKADDES BAŞKAYA: Denizli değişti, dönüştü. Ev tekstili ağırlıklı çalışıyoruz. Minimum marjlarla biz bu siparişleri yapıyoruz. Biz bunları yapmaya devam edebilecek miyiz?. Bunu yapabilmek için pamuğun stratejik bir ürün olması gerekliliği, kendi makinalarımızı yapabiliyor olmamız, tamamen yerli üretim yaparsak bunlarla rekabet edebiliriz diye düşünüyorum. Siz bununla ilgili ne söylemek istersiniz?
NİHAT ZEYBEKCİ: Dünya iki şekilde değişiyor. Tüketim alışkanlıkları, bir de tüketme alışkanlıkları. Tasarımlar, renkler… Tedarik alışkanlıkları değişiyor. Türkiye ve Denizli olarak Hindistan, Çin, Pakistan, Endonezya ile rekabet edebilir miyiz. Hayır, aramızda yüzde 20’nin üzerinde maliyetler anlamında farklar var. Bu maliyetler, Türkiye’de elektrik, ham madde çok pahalı. Hayır, sebep o değil. Türkiye’de sanayide kullanılan elektrik rakiplerimize bakarsak aynı, hatta daha da ucuz. Avrupa’ya bakarsak çok çok daha ucuz olduğunu görürüz. Bu ülkelerle rekabet edemeyiz. Büyük adetler oralarda minimum fiyatlarla üretiliyor. Hizmetlerimizi farklılaştıracağız. Farklı servisler sunacağız. Avrupa’daki müşterilerimize benden ne istersen, şu ürün gamında olmak kaydıyla, altı aylık, bir yıllık konuşursak her hafta ürün yapabiliriz demeliyiz. Düşük miktarda ama fiyatım da bu demeliyiz. Böyle yaparsak uzun yıllar çalışırız. Artık müşterilerimiz eskisi gibi depolarında stok yapmıyorlar. Sıfır stokla devam etmek istiyorlar. Bu Denizli ve Türkiye için avantaj. Stok yapmaması demek bize muhtaç olması demek. En hızlı malı bizden alabilir. Türkiye ve Denizli’ye bakacak olursak, lojistik ve nakliye hizmetleri çok değişti. iki günde Avrupa’nın her noktasına ürün teslim eder hale geldik. Küçük araçlarla çok hızlı bir şekilde kısıtlamalara tabi olmadan gidebiliyor ürünlerimiz. Değişim ve dönüşüm, hızlı tüketim, aç tüketim, stok yapmamak, tüketim pazarlarına yakınlığımız bizim avantajımız. Bizim ve bütün dünya için dezavantaj ise Avrupa’nın kendi markaları ile üretim yapıyoruz. Bizim ürettiğimiz ürünler fiyat hassasiyeti en yüksek olan ürünler. Bir de tüketim alışkanlıklarında en kolay vazgeçilebilir ürünler. Evindeki ev tekstili ürünlerini bu sene değiştirmedim değiştirmeyeceğim diyebilir. Dış giyim öyle değil. Daha markalı ürünler ve tüketmekten kolay kolay vazgeçemeyeceğiniz ürünler. Çocuk en hassastır, asla vazgeçemezsiniz. Kadın da öyle. Üniversitede hocalarımız pazarlama ile ilgili anlatırdı. Hitap edeceğiniz sektörler çocuk, gıda ve kadın derdi. Bunlara hitap etmeye çalışın demişti.
.jpg)
MUKADDES BAŞKAYA: Şunu mu anlamalıyız. Denizli markalaşmaya gitmeli. Tekstil sektöründe de çeşitlilik olmalı.
NİHAT ZEYBEKCİ: Dış giyim, teknik ve medikal tekstil, organikten tutunda geri dönüşümle ilgili birçok alanlar var. Tekstil bize çok şey öğretti. Çok iyi hatırlıyorum. 90’larda müşteri 100 bin bornoz siparişi vermiş. Kasım ayı sonunda Aralık başında istiyor. Noel öncesi mağazalarını doldurmak istiyor. Biz Denizli’den 100 bin bornozu Şubat’ın ortasında gönderiyoruz. Adamla kavga ediyoruz. Mal istedin gönderdik... Ama şimdi değiştik. Çok şey öğrendik. Bu kültür Denizli’de 2 bin yıldır var ve yerleşti artık. Yeni alanlarda çok başarılı işler var. Özellikle dış ve iç giyimde, diğer alanlarda. Türkiye ve Denizli’nin artık kendi markalarını oluşturacağını düşünüyorum. Ev tekstilinde marka oluşturursunuz, ama en kolay vazgeçilebilir bir ürün üretiyorsunuz. Ben Denizlili firmaların diğer alanlarda çok yakında markalı ürünler üreteceğini düşünüyorum. İnternet dünyası var artık. İnsanlar bundan 10-20 sene öncesinde bir ayda üretilen, tüketilen bilgiyi; bugün bir günde üretip, tüketiyor. Bu çağda markalaşmak çok kolay, ama onu sürdürebilmek önemli. Artık sürdürmek pahalı değil kolay. Bir anda milyonlara ulaşabilirsiniz. Ama yaptığınız bir hatada anında milyonlarca kişiye ulaşabilir hale geldi. Çok başarılı örnekler var. Zorluk ve tehlikeleri de var tabi.
MUKADDES BAŞKAYA: Denizli’ye baktığımızda e-ticaretin artması ile birlikte her gün yeni bir marka ismi duyuyoruz. Bu da sektör ve kent adına ümit vadeden bir gelişme. Yılda 3.3 milyar dolarlık ihracatla ülkede 9. Sıradayız. İhracatta başarılı bir şehiriz. Bunun altında yatan başarı faktörü nedir sizce?
NİHAT ZEYBEKCİ: Bizi geçen şehirler oldu. Lojistik anlamındaki avantajlarından dolayı. Sakarya, Kocaeli, Bursa gibi. Özellikle otomotiv sektörü ile ilgili. Bizim toplam ihracatımız kadar bir şirket ihracat yapıyor. Biz başarılı mıyız. Evet başarılıyız. 25 – 30 sene önce 100 milyon dolarlardan şimdi 3.3 milyar dolarlara geldik. Denizli’den üretilip İstanbul, İzmir’den gösterilen ihracatla bu rakam 4,5 - 5 milyar Dolarlara ulaşıyor. Çok daha farklı olabilir mi? Evet olabilir. Ben Denizli’nin gerek insan alt yapısı, gerekse teknik anlamda kapasitesi alt yapısıyla 5-6 milyar Dolarlık ihracat yapabileceğini düşünüyorum, tabi diğer farklı sektörlerle birlikte. Bizim hayallerimiz vardı. Denizli İhracatçılar Birliği Başkanıyken, yola çıktığımızda o zamanlar tabi, bazı arkadaşlarımız Allah Rahmet eylesin. Hakkın rahmetine kavuştular. Onlarla Denizli hayallerimizde turizm, gıda, tekstil konfeksiyon, makinada, camda, maden ve mermerde; her birinde 3’er milyar Dolarlık ihracat yapabilecek bir şehirdeyiz. Denizli fıkır fıkır kaynayan birçok şehrin örnek aldığı bir kenttir. Bize şöyle derler… İki Denizlili bir araya gelince ne iş yapalım diye konuşursunuz. Biz ise bu akşam nereye gidelim diye konuşuruz derler.. Bu övünülecek bir özellik. Önümüzdeki süreçte Denizli’nin geldiği yere başarılı buluyorum. Ama yetmez. Yeni nesil çok farklı düşünüyor. Benim oğlum farklı, daha küçük oğlum ise daha da farklı düşünüyor. Bu böyle olmaz diyorlar. Onlarla aynı çağda değil miyiz, yaşlandık mı? diye düşünüyorum. Zamanla yavaş yavaş çekileceğiz herhalde.
MUKADDES BAŞKAYA: Farklı farklı şirketleriniz var. Kurumsallaşmak önemli. Peki, siz kurumsallaşmayı nasıl yönetiyorsunuz? Bunu sormak istiyorum…
NİHAT ZEYBEKCİ: 2004 yılında Belediye Başkanı adayı olduğumuz tarihlerde 17 yıl olmuş. 21 Şubat tarihinde o zaman Denizli İhracatçılar Birliği Başkanıyım. Cumhurbaşkanımız o zaman Başbakanımız. Benim rızam olmadan, bir adaylık başvurum dahi olmadan, bir gece önce sabaha kadar direnmeme rağmen “Denizli Belediye Başkan Adayımız Nihat Zeybekci’dir” diye açıkladı, geçti. Ama ondan öncesi de vardı. 2002’de Milletvekilliği seçimleri sırasında üzerimizde inanılmaz büyük bir baskı kurdu. “Denizli’den Milletvekili adayı olacaksın” diye. Bizim şirketlerimiz o dönem aile şirketi değildi. Rahmetli Nevzat Ağabey ile büyük bir yatırıma girerek, 2002 yılında boya terbiye tesisimizi kurmuştuk. Ben “Yapamam, gidemem, Milletvekili olarak bırakıp gidemem, her şey yerde kalır” dedim. 2004’te dedi ki “Sen Milletvekili olup gidemem demiştin, belediye başkanlığını da yaparsın, işlerine de yan gözle bakarsın” diyerek bizim adaylığımızı açıklayıp geçti. Allah razı olsun. Denizli o dönem bir destan yazdı. Kimsenin beklemediği bir başarı oluştu. 2004 yılının 28 Mart tarihinde Denizli Belediye Başkanı olduğumuzda işlere yan gözle de baksak, bir anlık bir uzaklaşma, kopma oldu. Belki öyle düşünen vardır. Ben olmazsam işler mahvolur. Ben olmazsam bana bağlı olan kurumlar mahvolur. Valisi, Belediye Başkanı, Milletvekili, Bakanı böyle düşünebilir. Merak etme sen olmazsan hiçbir şey olmaz. Bir şekilde o toparlar ve kendi yolunu bulur. Bizim şirketlerimizde de o dönemde sabah 07.00’de iş yerine gider, işlere bir saat bakardım. Sonra sabaha kadar belediye ve kentin meseleleri için koştururduk. Denizlililer iyi bilir ne kadar çok çalıştığımızı, koşturduğumuzu. Denizli’deki üst yapı ve alt yapı projelerimizle. Tabi yan gözle bakmak 2011’de bitti. Milletvekilliği, ardından Bakanlık… Tabi eşim, işlere çok dahil oldu. Ortaklıklarımız vardı. Nevzat Bey, Rıza Bey, İlhan Bey… Gerek eşim, gerekse ortaklarım anlamında çok şanslıyım. Onlar bizim yokluğumuzu aratmadılar. İşlerimizi biz olmadan da gayet güzel götürdüler. Şimdi askerliğimiz bitti siyasetle ilgili hizmetimiz. Denizli’ye 7 yıl, Türkiye’ye ise 7 yıl hizmet ettik. Belediye Başkanlığı, Milletvekilliği ve Bakanlıkla hizmet etmeye çalıştık diyeyim. Amacımız, niyetimiz sadece hizmet etmekti. Şimdi yaklaşık 2,5 yıldır artık işlerimizi takip ediyoruz. Kurumsallaşmayı bir noktaya getirdik. 9 şirketimiz, 1200 çalışanımız var. Yüzmeyi de öyle öğrendim ben. Bizim köyde arkadaşlar Karapınar deresinde atlar, yüzerdi. Bende o dereye atlayınca yüzülüyormuş onu anladım. Yüzmenin öğrenilmesi gerektiğini bilmiyordum. Biz kurumsallaşmayı suya atlayarak öğrendik.
MUKADDES BAŞKAYA: Bütün dünya da bu böyle sanırım. Şirketler atlayarak öğreniyor.
NİHAT ZEYBEKCİ: Atlayarak ve devamlı yenileyerek. Hem teknik, hem mantalite olarak. Tüm yeniliklere açık olmak gerekir. Mevlana’nın sözü gibi. “Bir yerden bir yere göçmek ne güzel. Bir yerden bir yere varmak ne güzel. Donmadan, bulanmadan akmak ne güzel” Hep bu dönüşüm, değişim, bulanmamak, donmamak, yenilenmek. Bunu hayatta uygulamak lazım. Bir işiniz var diyelim. Dokuma işi yapıyorsunuz. O dokuma salonunu her anlamda yenilemezseniz, teknolojik anlamda, teknik, mantalite anlamında yenilemezseniz başarılı olamazsınız. 1992 yılında Küçüker Tekstil’deyim. İngiltere’ye gittim. Bir müşterimizle üreticinin yanındayız. Çok başarılı işler yaptığımız bir üreticiydi. İngiltere’de havlu deyince ilk o akla gelir. Girişlerinde İngiltere’deki havlunun hikayesini yazmışlar. Henry Cristie adlı bir adamın kardeşi ile birlikte Osmanlı Sarayı’nı ziyaret ettiklerinde aşırdıkları bir havluyu götürüp orada çözüyorlar. Tekniğini ve nasıl yapıldığını öğreniyorlar. Turkish Towel diye yazar. Dünyada havlu Türk Havlusu olarak anılır. Havlu bir Türk icadıdır. Bu bukleme işi bir Türk icadıdır. İngilizler bizden almış. Oraya koymuşlar 1800’lü yıllarda diye. Tabi gittim oraya ve dokuma salonlarına girdim. Havlu dokuyorlar. Bir başka dünya. Sene 1992. Orta yaşlı bir kadın. Önümden hızla geçti. Ayağında paten var. 12 havlu tezgahına birden bakıyor. İyi para alıyor. Sordum verimlilik, sakat, randıman ne kadar… Döndüm Denizli’ye bütün dünyam değişti. Rekabet etmemiz için bizim o noktaya gelmemiz lazım. Biz o dönem Türkiye’de yüzde 60 randıman bulduğumuz zaman süper derdik. Aynı tezgah. Aynı teknik ve teknoloji. Adam orada yüzde 98 yapıyor. 12 tezgaha bakıyor. Biz yüzde 90’lara gelmiş olsaydık, bir dokumacı altı tezgaha baksaydı, biz o gün İngiltere’deki dokumacının aldığı ücretin yüzde 50 fazlasını verseydik, verimlilik anlamında büyük kardaydık. Bunu hesapladık o zaman Rahmetli Sait Küçüker ile. Denizli şimdi yüzde 98’lere geldi. Salonlar değişti. Artık 6 tezgaha bakan çalışanlar var. Daha gelişecek gidecek yok yerimiz var.
MUKADDES BAŞKAYA: 80’lerden bu yana birçok kriz yaşandı. Krizleri nasıl yönetebildiniz? Buralara gelirken…
NİHAT ZEYBEKCİ: 1993 yılında Ağustos ayında Küçüker Tekstil’den ayrıldım. 1994 yılının Şubat ayında ilk ihracatımızı Turkuaz Tekstil olarak yaptık. 1994 yılının sonunda o güne kadar neyimiz var, neyimiz yok satarak sermaye yaptık. Küçüker’de iyi kazanan bir profesyoneldim. Arsalar, eşimin kolundaki takılara kadar sermayeye koyduk. 1994 yılının Ekim ayı gibi toparladık. Kendimize geldik. O gün bir karar verdim. “Hayatım boyunca asla çek ve senet imzalamayacağım. Sözümle hareket edeceğim” dedim. O günden bu yana çek senet imzaladım. Ödeme tarihi olarak tüm Türkiye ve Denizli bilir. Tüm şirketlerimizde ödeme günü ne günse o gün ödeme yapılır. Kendi öz sermayemizle şirketlerimizi götürmeye çalıştık. Borçlanma oldu tabi ama, oran olarak bakarsak belirli bir oranın hep altında tutmaya çalıştık. O krizleri kaldırabilecek bir alt yapımız hep vardı. Finans yönetimini sağlayan arkadaşlarımız son derece iyiydi. Krizler bizi çok yaraladı. Profesyonel olarak çalışırken, Asya krizi, Rusya krizi, yüzde 8 bin, 10 bin faizlerin olduğu, devalüasyonun olduğu, Türk Lirasının yüzde yüz değer kaybettiği, varlık vergilerinin olduğu o günleri çok iyi hatırlıyoruz. Yaşadık… 2000 – 2001 krizleri; peşin vergiler oralardan kalma. Mali sistem alıştığı için bir türlü vazgeçilemiyor. Siyasi kimliğimden dolayı bu söylediklerime alınanlar olabilir ama, bunlar Türkiye’nin yaşadığı gerçekler. Denizli’de bunu birebir yaşadı. Denizli’de bazı güçlü değerli şirketleri kaybettik o dönemde. Denizli’deki birçok şirkette krizleri nasıl yöneteceğini öğrendi. Sobada elini yaka yaka… Doğal reflekslerimiz var krizlere karşı. Öğrendiğimiz ezberler var. Denizli bu anlamda son derece sağlam. Bankalar, havalar güzelken, yaklaşırlar Denizli firmalarına. Bir şey olduğunda tekstil sektörüne genel müdürlüğümüz sıcak bakmıyor derler. Merak etmesinler. Tekstil sektörü ve Denizli önümüzdeki yüzyıllar boyunca dünyada adından söz ettirmeye ve merkez olmaya devam edecek.
MUKADDES BAŞKAYA: Sanayicilere, yatırımcılara, yeni nesle neler söylersiniz. Ne gibi öğütler vermek istersiniz?
NİHAT ZEYBEKCİ: Turkuaz Tekstil’i kurduğumuzda 32 yaşındaydım. O zaman neyim var neyim yok riske ederek bu işe girdim. Şu an yapar mıyım yapamam. Her şeyi insan bir yere koyup o riski alabilir mi? İnsan gençken bunu yapıyor ama çok da seyrek başarıya ulaşıyor. Onun için risk alırken ölçülü risk almak lazım. Benim yaptığım gibi yapmamak lazım. O zaman şöyle demiştim. Kaybedersem baştan başlarım. Ama cesurda olmak gerekiyor. Çağ çok hızlı. Her şey değişti. Bir yıl öncesinin teknolojisi ile bu sene hareket edemiyorsunuz. Çağı çok iyi okumak lazım. Önümüzdeki 3, 5, 10, 20 yılda Dünya nereye, sektör nereye evrilecek?, Bunları şimdiden ön görerek ona göre hazırlanmak lazım. Sürekli yenilenmek ve bundan korkmamak lazım. Diğer bir hata, yaptıklarımızdan biri.. Olabilir. Turkuaz Tekstil’in yaptığı çalışmalar içinde yıllık karının yüzde 10’unu başta sektörlerde deneyebilirsiniz. Ama karının tamamını başka sektörlerde denersiniz, kaybedersiniz. O zaman Turkuaz Tekstil kendini yenileyemez, çağa ayak uyduramaz ve bir süre sonra doğal seleksiyon sizi sistemin dışına iter. Demode hale gelirsiniz. Yenilenmeyi o yüzden herkes asla ihmal etmesin. Kazandığınız para için şunu demeyin. Bu benim param. Hayır, o şirketin parası. Onu oradan çekmemek lazım. Yeni heyecanlara geçebilirsiniz. Bizim 9 şirketimizin hepsi tekstilde değil. İkisi tekstil. Diğerleri farklı sektörlerde. Ama hepsi Turkuaz Tekstil’den çıktı. Turkuaz bizim ilk göz ağrımız ana gemimiz ama Turkuaz’ın içinden çıkan bazı şirketler şimdi Turkuaz’ı geçti daha büyük hale geldi.
MUKADDES BAŞKAYA: Tekrar dünyaya gelseniz, yine tekstil sektörünü mü yoksa diğer başka bir sektörümü tercih edersiniz?
NİHAT ZEYBEKCİ: İlla ki tekstil. Bizim nesil öyle bir şey ki bu. İpliğin kumaşın kokusu olur mu? olur. Dokuma salonuna gidip, bir köşede bir sandalyeye oturup, uyuklayıp dinlerinken, tezgah durduğunda uyanırsın. Tekstil mübarek bir iş. Diğer sektörlerde var ama aynı şey değil. İlk göz ağrımız, ilk aşkımız tekstil.
MUKADDES BAŞKAYA: Size en çok heyecan veren tecrübeniz neydi?
NİHAT ZEYBEKCİ: Benim ilk tekstile profesyonel olarak başladığım yer Küçüker Tekstil’di. Nejat Küçüker üniversiteyi bitirdi geldi, Ben İstanbul’dan geldim, sonra beraber başladık. Küçüker o zaman ben ilk başladığımda 3 milyon Dolar ihracat yapıyordu. Ben 1992’de ayrıldığımda 42 milyon Dolara ulaşmıştık. Nereden nereye geldik. Çok başarılı işler yaptık. İlk Wimbledon Havlularını biz ürettik Küçüker’de. O büyük bir başarıydı bizim için. İlk Japonya’ya ihracat yapan adam olmak. İlk Heimtekstil Furı’na katılmak. 3 yıl boyunca bir müşteriyi kovaladım. 3 yılın sonunda ilk siparişi almak muhteşem bir tecrübeydi benim için.
MUKADDES BAŞKAYA: Bu sözleriniz ve anlattıklarınızla gençlere aslında çok önemli öğütler mesajlar verdiniz. Yeni nesil çok sabırsız. Her şey çok çabuk olsun istiyorlar.
NİHAT ZEYBEKCİ: 3 yıl sürdü. 3 yılın sonunda başarmak inanılmazdı. Ticaret sabır işidir. Pazarlama sabır işidir. Üretimde öyle. Sabırsızsanız olmaz o iş. Kollarımız uzardı. Düşünsenize, omuzlarımda iki tane numune çantaları, iki tane bavul, Avrupa’da ülke ülke müşterileri dolaşıyorsunuz. Ürettiğimiz kravat ya da iç çamaşırı değil ki, ufak bir çantaya koyalım koleksiyonu. Havaalanından tren istasyonuna koşturursun, rötarlar da var tabi. Ayın yarısı ülke dışında geçerdi. Güzel günlerdi. Bunu bütün Denizli yaptı. Aynı performansı gösterdi. Bizden önceki nesil vardı. Biz onların üzerine teknik anlamda farklılıklar kattık. Gençlere, çocuklara onu söylerim hep. Biz insanlık tarihinin en şanslı nesliyiz. Bizim nesil. Niye diyorlar. Ben çiftçi çocuğuyum. Tütün tarlasında doğmuşum. Ekin biçmeyi bilirim orakla. Bana iki at verin çift sürmeyi bilirim. Harmanda, tütünde çalıştım. Hepsini bilirim. Hasatla ilgili bundan bin sene öncesi teknolojiyi de yaşadım, en elektroniğini de gördüm. Bizim nesil hesap yaparken, ilk elektrikli hesap makinasını da gördü, şeritliyi de gördü, ilk elektrikli daktiloyu gördü, ilk bilgisayar dersini tahta üzerinde gördü, sonra devasa oda büyüklüğündeki bilgisayarları da gördük. Bunun gelinen noktada bundan sonra teknolojinin nereye gideceğini tahmin edebiliyoruz. Şimdi 40 yaş ve altına gidersek onlar bizim yaşadıklarımızı görmediler. Ben bu yüzden kendimi ve bizim nesli çok şanslı görüyorum. Her şeyi gördük biz. Onların göreceklerini de tahmin edebiliyorum. Üç beş sene sonra insanların gözlerine takılan mercekler daha elektronik hale gelerek değişecek. Ticaret değişecek. Üretim teknolojileri değişecek. Endüstri 4.0, 5.0 mesela. 2 bin kişinin ürettiği ürünleri 20 kişilik teknik kadro ile yapabilecek hale geldiler.
MUKADDES BAŞKAYA: Programımızın sonuna geldik. Neler söylemek istersiniz. Özellikle gençlere, genç sanayicilere….
NİHAT ZEYBEKCİ: Korkmasınlar. Dünyadan korkmasınlar. Dünya yuvarlak değil. Dünya düz. Şu kadar bir ekran. Eğitimlerini aksatmasınlar. İmkanı olanlar için söylüyorum. Kimse bana imkanım yoktu demesin. Ben amele çocuğuyum. 7 yaşında anamla birlikte ilk ameleliğe gittim. Tütün tarlasında fide ve su dağıtırdım. Ama Türkiye’nin en güzel okullarında okudum. Anam babam mı ödedi? Hayır. Bu Millet bu Devlet ödedi. Yurt dışında da okudum. İnsan isterse birçok şeyi başarabilir. Mutlaka dünya insanı olsunlar. Biz bir dil bilmenin çok büyük avantajlarını yaşadık. Şimdi bir dil bilmek standart hale geldi. İki üç dil bilmek lazım. Cesur olsunlar. Sabırlı olsunlar. Tüketim toplumu olduk. Çok çabuk tüketiyoruz bilgiyi. Sabrı kaybettik. Artık sabretmiyoruz. Sabırla muhteşem olur. Denizli’ye inansınlar. Bizde İstanbul’a gittik okuduk. Yurt dışına gittik. Denizli deyince “Hadi canım ne işim var Denizli’de” derdik. Nasip. Siyasi ve devlet görevlerim ile kendi işim nedeniyle dünyanın her ülkesine gittim. Türkiye’ye döndüğüm zaman hep şunu dedim. Dünyanın en güzel ülkesi Türkiye. Denizli’ye geldiğimde de derim ki Türkiye’nin en güzel şehri de Denizli. Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum. Bunları unutmasınlar. Gitsinler ama Denizli’ye geri gelsinler. Denizli çok verimli bir şehir.
NİHAT ZEYBEKCİ İLE YAPILAN BU ÇOK ÖZEL RÖPORTAJIN TAMAMINI BURADAN İZLEYEBİLİRSİNİZ…
0 Yorum