CHP Genel Başkan Yardımcısı Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca’nın hayat hikayesi imkansızlıklarla boğuşan Anadolu gençlerine örnek olacak nitelikte….Ayağında naylon ayakkabı ile kumaş artıklarından dikilmiş önlüğü ile okula gitmiş, pamuk tarlasında çalışmaktan elleri yara bere içindeyken okumuş, mücadelesinden asla vazgeçmemiş ve tüm yoksulluğuna rağmen hukuk fakültesine gitmeyi başarmış bir kadın…Siyasette ön saflara kadar gelen Karaca tüm samimiyetiyle yaşadıklarını anlattı.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca hayat hikayesini Sözcü Gazetesi’nden Başak Kaya’ya anlattı. “1970 doğumluyum. Denizli Güzelköy köyünde doğdum. İlkokulu üçüncü sınıftan terk etmiş tanker şoförü bir baba Mehmet ile pamuk işçisi anne Akkız’ın üç çocuğundan biriyim. Ben ilkokul dördüncü sınıfta iken küçük kardeşim Döndü’yü trafik kazasında kaybettik. Yan köydeki alkollü olduğu ifade edilen cami imamı çarpmış ve çok az bir ceza almıştı. Avukatlık mesleğini seçmemin sebebi de bu olaydı. Hafta içi okula giderdik. Hafta sonları da pamuk tarlalarında çalışırdık. Bana pamuk tarlalarında ne olacaksın diye sordukları zaman avukat olacağım derdim. Pamuk islidir. Eliniz yüzünüz is olur. Benimle alay ederlerdi, elindeki yüzündeki islere bak istediği mesleğe bak hadi oradan derlerdi. Milletvekili olacağım da derdim. Milletvekili ne diye sorarlardı. Babam işten atılmıştı ve tost dükkanı açmıştı. Babama dükkanda yardım ederdim. Kilo ile gazete alınırdı ben de o gazeteleri okurdum. Okumayı çok severdim. İlkokul öğretmenime çok şey borçluydum. Bana her dönem 20-25 kitap hediye eder onları okurdum.
İlkokula 4.5 yaşında başladım. Yengem terziydi. Siyah önlük artıklarından bir kıyafet dikmişti. Ben onu önlük zannetim. Okula gideceğim diye direttim. Öğretmenler beni sürekli geri gönderirdi. Babamın uyanıncaya kadar kapısında beklerdim. Sonunda ‘gitsin gelsin oyalansın’ diye karar verdiler. Okumayı yazmayı herkesten önce ben çözdüm. Öğrencileri ödüllendirmek için kırmızı kurdele takılırdı. İlk kırmızı kurdeleyi da ben taktım. Milli Eğitim Bakanlığı’ndan birileri gelir bana sorular sorarlardı. Sınıf atlayarak, geçerek devam etti okul hayatı. Köyün içindeydi okul. Yürüyerek gider gelirdik. Naylon ayakkabılarımızla yağmurda çamurda gidebildiğimiz kadar gidiyorduk. Türkçe öğretmenim vardı. Hala görüşüyorum. Şimdi gazeteci olan Çiğdem Toker’in babası Erdoğan Toker idi. O bana dünya klasiklerini bana ödünç verirdi. Okuduktan sonra geri teslim ederdim. Kitap okumadığım zaman kendimi suçlu hissederdim.
Denizli Lisesi’ne gitmek istedim. Üniversite sınavında başarılı bir okuldu. Köyden geliyorum diye beni kabul etmediler. İkametgahı taşıyalım dedik. Okul müdürü okulun bahçesinden ikametgah alsan yine olmaz dedi. Bu nedenle ticaret lisesine gitmek zorunda kaldım. Okul birincisi oldum. Ticaret liseli olduğum için o dönem üniversite sınavında puan kaybına neden oluyordu.
Harçlıklarımla gazete alırdım. Eve götüremezdim, annemler kızar diye ve serviste koltuğun altına saklardım. Lise ikinci sınıfta gazetede bir ilan buldum. Oraya bir mektup yazdım. Bana deneme kitapçıkları yolladım. Sonra yine harçlıklarımı biriktirerek oradan kitap almaya başladım. Lise son sınıfa giderken dershaneye gitmem gerekiyordu. Ailemin haberi olmadan gittim dershaneye kendim kayıt oldum. Tabi bana çok tepki gösterdi çünkü ödeyecek güçleri yoktu. Bir şekilde çözdük bu sorunu. Ama dershaneye hafta sonları köyden Denizli merkeze dolmuş yoktu. Evden çıkar üç dört kilometre yürürdüm ve oradan traktör, minibüs ne bulursam biner dershaneye giderdim. Aynı şekilde de dönerdim. Bu şekilde hazırlandım üniversiteye. Ama hedefimi tutturdum. Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandım. Sınıf atlayarak okuduğum için üniversiteyi kazandığımda 15 yaşındaydım.
Kazandıktan sonra da sorunlar bitmedi. Yurt çıkmadı. Orada dört yıl kredim ile bir fotoğraf makinesi aldım. Arkadaşlarımın fotoğraflarını çekip satarak okudum. Çok zordu. Annem köy şartlarında okuma yazması olmayan bir kadındı. Annem hep ‘İnşallah bu sene sınıfta kalırsınız, sizi fabrikaya çalışmaya yollarım’ derdi. Çünkü ekonomik anlamda çok güç şartlarda yaşıyorduk. Lisede okul birincisi olduğum zaman ‘Ne yapayım birincisi olduysan’ demişti. Sabaha kadar ağlamıştım. Çünkü okul birincisi olmanın ne demek olduğunu da bilmiyordu. Sonradan öğretmenlerimin de telkinleriyle ‘oku da altın bileziğin olsun’ demeye başlamıştı. Babam her zaman özellikle üniversiteyi kazandığımda, bütün köy ahalisi ‘Sakın gönderme, kız çocuğu gönderilmez, dört çocukla geri döner’ diye telkinlerde bulunmalarına rağmen ‘Ben kızıma güveniyorum, dört değil sekiz çocukla gelse de kabulümdür, böyle bir üniversite kazandı’ dedi. bana öğüdü ‘Ne yaparsan kendine yaparsın’ olurdu. Ablam Dudu da okudu ve o da mali müşavir oldu. Benim avukatlık ofisimin altında bir bankada çalışıyordu eşim Mehmet Karaca. Ben bankaya gidip gelirken tanıştık. Tam düğün hazırlıkları yapılırken annem rahatsızlandı. Lenfomadan dolayı kendisini kaybettik.
Bugün siyasette bu kadar varlık gösterebilmişsem, her konuda özgürce çalışıyorsam, sivil toplum çalışmaları yaparken de bunda eşimin büyük katkısı oldu. Eşimin bana hiçbir olumsuz müdahalesi olmadı tam tersine destekledi. 22 yaşında Ozan adında bir oğlumuz var ve o da hukuk okuyor. Ben siyasete başladığımda hedefim ‘bir gün bu ülkenin kaderini değiştirecek kararlara imza atacak bir makamda olacağım’ derdim. Bana hep şu söylendi: Milletvekili olabilmen için birilerinin kanatlarının altında olman lazım ya da paran olacak derlerdi. Ben de hep şunu söyledim Anadolu çocuklarının da bir gün siyasette belirli makamlara gelebileceğini ispat etmek istiyorum derdim. Köylere gittiğimde, imkanı olmayan çocuklara da hep bunu anlatıyorum. Burs sağlamaya, kitap sağlamaya, eğitimlerine katkı sağlamaya çalışıyorum. On yıl Denizli Atatürkçü Düşünce Derneği Şube Başkanlığı görevini yürüttüm. Sayısız gence burs olanaklarını sağladım. Hepsi de benim evlatlarım gibi ve bazıları da siyasette aktif rol alıyorlar. Cumhuriyet nedir diye soruyorlar. Ayağında naylon ayakkabı ile okula gidip, pamuk işçiliği yaparken bin Anadolu çocuğuna ben avukat olacağım, milletvekili olacağım deme cesaretini veren rejimin adıdır”
CHP Genel Başkan Yardımcısı Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca hayat hikayesini Sözcü Gazetesi’nden Başak Kaya’ya anlattı. “1970 doğumluyum. Denizli Güzelköy köyünde doğdum. İlkokulu üçüncü sınıftan terk etmiş tanker şoförü bir baba Mehmet ile pamuk işçisi anne Akkız’ın üç çocuğundan biriyim. Ben ilkokul dördüncü sınıfta iken küçük kardeşim Döndü’yü trafik kazasında kaybettik. Yan köydeki alkollü olduğu ifade edilen cami imamı çarpmış ve çok az bir ceza almıştı. Avukatlık mesleğini seçmemin sebebi de bu olaydı. Hafta içi okula giderdik. Hafta sonları da pamuk tarlalarında çalışırdık. Bana pamuk tarlalarında ne olacaksın diye sordukları zaman avukat olacağım derdim. Pamuk islidir. Eliniz yüzünüz is olur. Benimle alay ederlerdi, elindeki yüzündeki islere bak istediği mesleğe bak hadi oradan derlerdi. Milletvekili olacağım da derdim. Milletvekili ne diye sorarlardı. Babam işten atılmıştı ve tost dükkanı açmıştı. Babama dükkanda yardım ederdim. Kilo ile gazete alınırdı ben de o gazeteleri okurdum. Okumayı çok severdim. İlkokul öğretmenime çok şey borçluydum. Bana her dönem 20-25 kitap hediye eder onları okurdum.
İlkokula 4.5 yaşında başladım. Yengem terziydi. Siyah önlük artıklarından bir kıyafet dikmişti. Ben onu önlük zannetim. Okula gideceğim diye direttim. Öğretmenler beni sürekli geri gönderirdi. Babamın uyanıncaya kadar kapısında beklerdim. Sonunda ‘gitsin gelsin oyalansın’ diye karar verdiler. Okumayı yazmayı herkesten önce ben çözdüm. Öğrencileri ödüllendirmek için kırmızı kurdele takılırdı. İlk kırmızı kurdeleyi da ben taktım. Milli Eğitim Bakanlığı’ndan birileri gelir bana sorular sorarlardı. Sınıf atlayarak, geçerek devam etti okul hayatı. Köyün içindeydi okul. Yürüyerek gider gelirdik. Naylon ayakkabılarımızla yağmurda çamurda gidebildiğimiz kadar gidiyorduk. Türkçe öğretmenim vardı. Hala görüşüyorum. Şimdi gazeteci olan Çiğdem Toker’in babası Erdoğan Toker idi. O bana dünya klasiklerini bana ödünç verirdi. Okuduktan sonra geri teslim ederdim. Kitap okumadığım zaman kendimi suçlu hissederdim.
Denizli Lisesi’ne gitmek istedim. Üniversite sınavında başarılı bir okuldu. Köyden geliyorum diye beni kabul etmediler. İkametgahı taşıyalım dedik. Okul müdürü okulun bahçesinden ikametgah alsan yine olmaz dedi. Bu nedenle ticaret lisesine gitmek zorunda kaldım. Okul birincisi oldum. Ticaret liseli olduğum için o dönem üniversite sınavında puan kaybına neden oluyordu.
Harçlıklarımla gazete alırdım. Eve götüremezdim, annemler kızar diye ve serviste koltuğun altına saklardım. Lise ikinci sınıfta gazetede bir ilan buldum. Oraya bir mektup yazdım. Bana deneme kitapçıkları yolladım. Sonra yine harçlıklarımı biriktirerek oradan kitap almaya başladım. Lise son sınıfa giderken dershaneye gitmem gerekiyordu. Ailemin haberi olmadan gittim dershaneye kendim kayıt oldum. Tabi bana çok tepki gösterdi çünkü ödeyecek güçleri yoktu. Bir şekilde çözdük bu sorunu. Ama dershaneye hafta sonları köyden Denizli merkeze dolmuş yoktu. Evden çıkar üç dört kilometre yürürdüm ve oradan traktör, minibüs ne bulursam biner dershaneye giderdim. Aynı şekilde de dönerdim. Bu şekilde hazırlandım üniversiteye. Ama hedefimi tutturdum. Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandım. Sınıf atlayarak okuduğum için üniversiteyi kazandığımda 15 yaşındaydım.
Kazandıktan sonra da sorunlar bitmedi. Yurt çıkmadı. Orada dört yıl kredim ile bir fotoğraf makinesi aldım. Arkadaşlarımın fotoğraflarını çekip satarak okudum. Çok zordu. Annem köy şartlarında okuma yazması olmayan bir kadındı. Annem hep ‘İnşallah bu sene sınıfta kalırsınız, sizi fabrikaya çalışmaya yollarım’ derdi. Çünkü ekonomik anlamda çok güç şartlarda yaşıyorduk. Lisede okul birincisi olduğum zaman ‘Ne yapayım birincisi olduysan’ demişti. Sabaha kadar ağlamıştım. Çünkü okul birincisi olmanın ne demek olduğunu da bilmiyordu. Sonradan öğretmenlerimin de telkinleriyle ‘oku da altın bileziğin olsun’ demeye başlamıştı. Babam her zaman özellikle üniversiteyi kazandığımda, bütün köy ahalisi ‘Sakın gönderme, kız çocuğu gönderilmez, dört çocukla geri döner’ diye telkinlerde bulunmalarına rağmen ‘Ben kızıma güveniyorum, dört değil sekiz çocukla gelse de kabulümdür, böyle bir üniversite kazandı’ dedi. bana öğüdü ‘Ne yaparsan kendine yaparsın’ olurdu. Ablam Dudu da okudu ve o da mali müşavir oldu. Benim avukatlık ofisimin altında bir bankada çalışıyordu eşim Mehmet Karaca. Ben bankaya gidip gelirken tanıştık. Tam düğün hazırlıkları yapılırken annem rahatsızlandı. Lenfomadan dolayı kendisini kaybettik.
Bugün siyasette bu kadar varlık gösterebilmişsem, her konuda özgürce çalışıyorsam, sivil toplum çalışmaları yaparken de bunda eşimin büyük katkısı oldu. Eşimin bana hiçbir olumsuz müdahalesi olmadı tam tersine destekledi. 22 yaşında Ozan adında bir oğlumuz var ve o da hukuk okuyor. Ben siyasete başladığımda hedefim ‘bir gün bu ülkenin kaderini değiştirecek kararlara imza atacak bir makamda olacağım’ derdim. Bana hep şu söylendi: Milletvekili olabilmen için birilerinin kanatlarının altında olman lazım ya da paran olacak derlerdi. Ben de hep şunu söyledim Anadolu çocuklarının da bir gün siyasette belirli makamlara gelebileceğini ispat etmek istiyorum derdim. Köylere gittiğimde, imkanı olmayan çocuklara da hep bunu anlatıyorum. Burs sağlamaya, kitap sağlamaya, eğitimlerine katkı sağlamaya çalışıyorum. On yıl Denizli Atatürkçü Düşünce Derneği Şube Başkanlığı görevini yürüttüm. Sayısız gence burs olanaklarını sağladım. Hepsi de benim evlatlarım gibi ve bazıları da siyasette aktif rol alıyorlar. Cumhuriyet nedir diye soruyorlar. Ayağında naylon ayakkabı ile okula gidip, pamuk işçiliği yaparken bin Anadolu çocuğuna ben avukat olacağım, milletvekili olacağım deme cesaretini veren rejimin adıdır”
0 Yorum