Denizli Tekstil ve Giyim Sanayicileri Derneği ve Denizli Metropol Haber işbirliği ile “DETGİS'in '20. Yılında 20 Duayen İş insanı” ile belgesel tadında hazırlanan programın sekizinci bölümü yayınlandı. Denizli Metropol’de konuğumuz Gökhan Tekstil Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Gökşin oldu.
ÖZEL HABER
Her Hafta Salı günü yayınlanan ve tekstil duayenlerinin hayatlarının anlatıldığı çok özel programın sekizinci bölümünde Duayen İşadamı Ahmet Gökşin, iş ve özel hayatından kesitler anlattı. DETGİS Yönetim Kurulu Üyesi Onur Tuğal’a mesleğe nasıl başladığından, bugünlere nasıl geldiğine kadar birçok konuda tecrübelerini aktaran İşadamı Gökşin, iş yaşamındaki başarısının sırlarını da Denizli Metropol ile paylaştı. İzleyici rekoru kıran programda ayrıca Denizli tekstil sanayisinin dünü ve bugünü de masaya yatırıldı.
İŞTE O RÖPORTAJ
ONUR TUĞAL: Sizi tanıyabilir miyiz?
AHMET GÖKŞİN: Babadağ doğumluyum. İlkokul ve ortaokulu Babadağ’da okudum. Babadağ’da lise olmadığı için liseye Aydın’da devam ettim. Babamın işte bana ihtiyacı vardı. Geri dönmemi istedi. Birinci yılımda Aydın Lisesi’ni bırakıp Babadağ’a döndüm. 6 yaşında başladığım iş hayatıma devam ettim.
ONUR TUĞAL: Denizli’de tekstilin yolculuğunu bize anlatır mısınız. Denizli bugünlere nasıl geldi?.
AHMET GÖKŞİN: Tekstilin içinde doğmuş biri olarak şunları söyleyebilirim. Babadağlıyım. Babadağ’da doğan herkes tekstilin içindedir. Babam bakkaldı ama ben tekstilin içindeydim. Evimizde dokuma tezgahımız vardı. Kendi beşiğimi hatırlamıyorum ama kardeşlerimin beşiği dokuma tezgahlarının yanındaydı. Dokumanın, tekstilin içinde büyüdük. 1985 yılına kadar merkezde tekstil çok fazla yoktu. Denizli Basma, Göveçlik İplik Fabrikası, Sarayköy’de Aksevler ve bir de Sümerbank vardı. Çevre kasaba ve ilçelerde tekstil daha çoktu. Babadağ’da yatak çarşafı, Buldan’da şile bezi ve havlu, Kızılcabölük’te mendil, Kale Tavas ise ham bez dokuyan yerlerdi. 1985’e kadar ev ve küçük atölyelerde üretim vardı. Çok fabrika yoktu. 1985’den sonra tekstilin asıl yolculuğu başladı. Turgut Özal ile birlikte ihracata dayalı bir üretim ekonomisi başladı. Denizli’de buna ayak uydurdu. Havlu ve bornoz sektörü bir anda çok talep gördü. ABD’den, Rusya’dan, Avrupa’dan talepler vardı. Fabrikalar kurulmaya başladı. Bu süreç 1985 ile 2000 arasıydı. Çok hızlı bir şekilde gelişti. Fabrikalar birbiri ardına kuruldu. Daha çok Denizli OSB’de fabrikaların kurulduğunu görüyoruz. Çünkü burada özel teşvikte vardı tabi. O günden bu güne tekstilin havlu ve bornoz olarak geliştiğini görüyoruz. Denizli dünya çapında havlu bornoz anlamında marka bir şehir oldu. Ham bez ve örgü dediğimiz sektörler oluşsa da tekstilin lokomotifi havlu ve bornoz oldu.
ONUR TUĞAL: Bakkal dükkanında 6 yaşında babanızın yanında başladığınız bu meslek yolculuğunda bu işi yapmaya ne zaman karar verdiniz? Bugün istediğiniz yere geldiğinizi düşünüyor musunuz?
AHMET GÖKŞİN: Ben hayatımı üçe ayırıyorum. 23 yaşına kadar Babadağ’da babamın yanında olduğum bölüm. 23 yaşında Denizli’ye gelip ticaret yaptığım 10 yıllık bölüm. Sonrasında da 33 yıllık sanayicilik kısmı. Gerçekten de babamın bakkalında 6 yaşında işe başladım. Daha sonra babam bakkallığın yanı sıra beyaz eşya, tüp bayiliği, tekstil kimyalarını toptan pazarlayan bir firma olarak büyüdü. Ben 6 yaşında babama yemek götürüyordum. Sonra evlere servis yapmaya, daha sonra da babamın olmadığı zamanlarda bakkalda orayı idare etmeye başladım. Hayallerim vardı. Çok küçükken başladım hayal kurmaya. Askerden geldikten sonra kendi işimi kurmak istedim. Askerden sonra Pamukkale İşhanı’nda ofis kiraladım. Tam 16 metrekareydi. Bir mesleğim yok. Eğitimim sıradan. Sadece ticareti biliyorum. Bakkal dükkanında öğrendim. Tekstili biliyorum ama tekstilci değilim. Dokuma tezgahında çalıştım ama o ayrı mesele. Tekstil ticareti yapan bir babanın oğlu değilim. Ticareti bildiğimden tekstil ürünleri alıp satmaya başladım. 90 bin lira sermayem vardı. İki ton iplik alınabiliyordu 90 bin lira ile. 6 bin dolar yani. Sermayem oydu. Ticarette yapmanız gereken sermayenizi büyütmek. Bende bunu yaptım. Pozitif bir insanım. O zaman evimde mutfak giderlerini karşılayacak parayı kazanmaya başladım. 1977 yılıydı. 78 için hedef koydum. 90 bin liramı 250 bin lira yapacağım dedim. 300 yaptım. Benim genlerimde ticaret varsa bunu bakkal çocuğu olmaya borçluyum sanırım. Bir memur çocuğu olsaydım belki başka bir hayatım olurdu. Herkesten fazla kazanmam için boşlukları yakalamam, fark yaratmam ve konjonktürü takip etmem gerekiyordu. O yıllarda ticaret yaparken emprime çarşaf nevresim yoktu yeni başlamıştı. Babadağ çizgili çarşaf üretiliyordu. Emprime çarşaf çok gözde oldu. Ucundan yakalamak istiyorum. Hazır kumaş buldum. Nevresim takımı ürettim. Bir dönem oradan para kazandım. Her şeyin rekabeti arttıkça karlılık düşer. Herkes üretmeye başladı. Bende toptan manifatura imalatına girdim. Özü şu fark yaratmak. İstanbul Sultanhamam’da Kayserililer daha çok yapardı bu işi. Ham bezi Denizli’den Kale Tavas’tan alıyorlardı. Denizli Basma’da ve Nazilli Köytaş’ta baskı yaptırarak döşemelik kumaş evlerde sedirlere örtülen kumaş, entarilik kumaş, kışın çizgili pijamalık, bu işe girdim. O boşluğu tespit ettim. İzmir, İstanbul’daki toptancılara pazarladım. Para kazanmaya başladım. Bu arada yıl 1977 yılında başladım. 1984 – 1985 yılları Türkiye’de bir değişim var. İhracat var o dönem. Manifatura için ürettiğim bir kumaş vardı. Kadınların gecelik ya da pijama için kullandığı bir üründü. Tesadüfen Irak için birisi 1 milyon metre kumaş talep etti. Çok büyük rakam. 4 ay içinde istiyorlar. Yaparız dedim. Kumaşı Karahallı’dan tedarik edeceğim Nazilli’de yaptıracağım. İşi aldım. O gün için metresi 160 liraya geliyor sattığım 1 milyonluk kumaş. Metrede 10-15 lira kar edeceğim. Irak’ta olsa her şeyin mükemmel olması gerekiyor. Endişelerim de var. Şans çok önemli. Şans Milli Piyango bileti almak değildir. Sümerbank’a gittim kumaşı temin edebilir miyim diye. Ümidim yok ama. Hesapladığım kumaş 110 lira. 145 lira istediler. Karahallı’dan organize etmeye çalışıyorum. 1 hafta sonra Sümerbank’tan telefon geldi. Gittim görüşmeye. Dedim ben bunu 110 liraya alacağım ama buradan toptan 115’e alabilir miyim… Tamam dediler. İşte bu şans. Ama o şans piyango değil, ben o işin içindeyim. İlk ihracatla tanışmam böyle oldu. O işi verdik ve alnımızın akıyla çıktık. İkinci ihracat ise 1985 senesi. Bu kez Irak’tan nevresim takımı istediler. 1 milyon Dolarlık işi yaptım. Malı gönderiyorum, parasını gelene kadar benim 160 lira 170 lira oluyor. Çok karlı bir şey ihracat. İhracata dayalı üretim yapma hedefi koydum. Fabrika kurmak istiyorum. Sermaye yaptık ama o kadar çok yok. Piyasayı takip ediyorum. Havlu bornoz aldı başını gidiyor. Havlu fabrikası kurayım dedim. Hesap ettim. 8 Dokuma tezgahı, konfeksiyon makinası derken, Denizlili olmanın bir avantajı bu. Yan sanayi burada olduğu için şanslısınız. Aldık makinaları kurduk. 1987 senesi Ocak ayında havlu üretmeye başladık. İnsan kaynağı çok önemli. Paranız olabilir, makinanız olabilir. Ama onu insanlar üretecek. En iyi makinaları kurduk. Ama o makinaları kullanacak insan kaynağı yok. Kurduk makinaları bakıyoruz çalışmıyor. Problemleri çözdük. Çalışmaya başladık. Hayatımın üçüncü bölümü bu. Talep uzun süre devam edince bizimde büyümemiz kolaylaştı. Kapasiteyi büyüttük. Boyahanemizi kurduk. 1997 yılında iplik fabrikası kurarak tam entegre bir tesise dönüştük. İplikten sonra pamuklu dokuma ile daha da büyüyerek 2004 yıllarında 1600 çalışana ulaştık. Şimdilerde 650 kişi ile çalışıyoruz. Bunun bir nedeni teknoloji bir nedeni de küçülmeye gitmemiz.
ONUR TUĞAL: İş hayatınızdaki önemli basamakları öğrendik. Bu yolculuğunuzda ne gibi engellerle karşılaştınız?
AHMET GÖKŞİN: Hayat herkes için zor. Ve her yerde rekabet ve engeller var. Bütün mesele odaklanmak. Rekabet ortamında kendinizi iyi tanımanız ve iyi konumlandırmanız lazım. Ona göre pozisyon almanız lazım. Mesela fabrikayı kurarken, kredi alma bölümlerinde çok zorlandım. Ama insan kafasına koyarsa engeller yok olup gidiyor. Zorlandığım yerlerde önüm açıldı. Bu benim şansım ve emeğim belki de. Pozitif olmanın büyük avantajını yaşadım diyebilirim.
ONUR TUĞAL: 1980’den bu yana yaşanan krizlerde ne yaptınız?
AHMET GÖKŞİN: İnsanın kişiliği karakteri en temeli aileden aldığı bilgi görgü ve eğitimdir. Kişinin karakteri ailede başlar. Eğitimle pekişir. Babam ilkokul diploması olmayan, okuma yazması olan çevresine göre girişimci, dürüst bir insandı. Ben 6 yaşında bakkal dükkanında çalışmaya başladım. 12 yaşına geldiğimde babamla oturur konuşurduk. Hafta sonu fırıncıya bunu ödeyeceğiz. Toptancıya şu kadar ödememiz gerekiyor. Şuradan bu kadar paramız gelecek. Şu kadar paramız var. Ben bunu babamla 12 yaşında yapmaya başladım. Planlama, borcunu ödeme duygusu yaratmak önemli. Ben böyle yetiştim. Bir yerden bir yere gelmek için risk alacaksınız. Ama bunun hesabı olması lazım. Bir makine alıyorsunuz. O makinanın kazancı beş yılda dönüyorsa 5 - 6 yıllık ödeme takvimi bulursanız onu alırsınız. Ama siz kalkıp 2 yıllık borçla alıyorsanız bunu kim ödeyecek. Bu bir planlama. Şirket krizlere hep dayanıklı oldu. Ben 1987 yılından itibaren Türkiye piyasası ile ilişkim kesildi. Tamamen ihracata döndüm. Krizlerden sonra ben hep karlı çıktım. Her krizden sonra kur patlar. Bende ihracat yapıyorum. Krizlerden sabit gelirliler etkilenir. Akıllı tüccar da karlı çıkar. Bugünkü kriz en kötüsü. Ben böyle bir kriz yaşamadım. Ben krizlere hep hazırlıklı oldum. Sistem beni buna hazırlıyordu.
ONUR TUĞAL: İş yaşamınızda pozitif etkiniz mi başarının sırrı, yoksa başka etkenler var mı?
AHMET GÖKŞİN: Çok çalışmak herkesin söylediği bir şey. Yeni nesile söylüyorum. Okulu bitireyim 10 bin lira maaşla çalışayım. Böyle bir ülke yok dünyada da yok. Sabırla çalışmanız ve hedefe kilitlenmeniz lazım. Ben planlamacıyım. Bir işyeri için ve insan hayatı için planlama çok önemli. Hayat çok kısa. Planlarsanız hayatınızı uzatırsınız. Benim seyahatlerim 3-4 gündür. 10 – 15 gün değildir. Ben o 3-4 günü tam doldururum. Nereyi ziyaret edeceğim?, nerede eğleneceğim? hepsini planlarım. Bu ömrümü uzatan bir şey. Ben üç gün yaşamış oluyorum. Zaman kaybetmemiş oluyorum. Geri gelmeyecek tek şey zaman. O yüzden çok önemli. İşiniz yoksa eğlenin yani. Oturmayın…
ONUR TUĞAL: İş yaşamınızda size en çok heyecan veren an hangisi oldu?
AHMET GÖKŞİN: Çok var birini anlatayım. Fabrikayı kurduk. Üretime başladık. Müşteri de tamam. Bir TIR bornoz hazırladık Fransa’ya. Malı sevk etmeden önce müşteri gelip malı görmek istedi. İlk Tır. 8 bin tane bornoz. Bugünkü değerle 140 bin Euro. Heyecanla bekliyorum. Denizli’ye o zaman uçuş yoktu. İzmir’den gelecek müşteri. Otelden yerini ayırttık. Adam gelemedi. Akşam saat 8‘e kadar bekledim. Saat 11.00’de telefon. İstasyon Caddesi’nde bir otelde kalıyor. “Gelir misiniz” dedi. Öğrendim. Fabrikaya gitmiş malları açmış bakmış. “Gelir misiniz” deyince gittim. Masayı donatmış şampanyayı açmış. Diyor “Thank you” sarıldı bana… Malları kontrol etmiş çok beğenmiş. Anlatırken şu an duygulandım. Ben ters bir şey mi var diye endişe etmiştim oysa.
ONUR TUĞAL: Ahmet Gökşin’in bir günü nasıl geçiyor? İş dışında özel hayatınızda ne yapmaktan hoşlanırsınız?
AHMET GÖKŞİN: Hayatımın hiçbir safhasında rutin monoton bir hayatım olmadı. Her gün olmasa da spor yapmaya çalışıyorum. Saat 6.30 – 7.00 gibi kalkarım. Spor - kahvaltı derken 10.00 gibi işin başında olurum. Arabaya binip işime giderken, her gün tanrıma iki şey için şükrederim. Sağlığım var, spor yapabildim ve gidecek işim var. Biz bazı şeylerin farkında değiliz. Şansızlığımızdan şikayet ederiz. Bazıları fazla şanslı olabilir. Eğer insan sağlıklıysa şanslıdır demektir.
ONUR TUĞAL: Çocukluğunuza dönsek, en akılda kalan anılarınız var mı?
AHMET GÖKŞİN: Geçenlerde çocukluğumda kardeşlerim, annem ve babamla olduğum anları hatırladım. Birlikte sabah kahvaltı ettiğimiz zamanlar aklıma geldi. Sabah odun sobası yanar. Annem oradan aldığı odun közleriyle mangalda bize ekmek kızartırdı. Beş kardeş sıraya girerdik. Tekrar hep birlikte olabilmenin özlemini çektim.
ONUR TUĞAL: Hayatınızla ilgili bir film yapılıyor olsaydı ismi ne olurdu?
AHMET GÖKŞİN: Onurlu ve keyifli bir yaşam. Çocukluğumda hayalim şuydu. Toplumda saygın bir kişi olabilmek. Refah seviyemi en üste çıkarmak. Keyif kısmı tamam. Onurlu yaşamak benim için çok önemli. Bunu yapmaya çalıştım. Hayatım boyunca hep empati yaparak yaşadım. İş hayatımda da yaptım. Çalışanlarıma nasıl davranmalıyım. Bana nasıl davranılmasını istiyorsam öyle davranmalıyım dedim.
ONUR TUĞAL: Başarılı ve duayen bir ticaret erbabı olmanın sırrı nedir? Ne olur önerileriniz?
AHMET GÖKŞİN: Bir örnekle devam edeyim. 1986 yılında ihracata dayalı üretim yaparken, o gün için 300 milyon lira, Mark olarak 1 milyon Mark param var. 600 milyon liralık bir yatırım planladım. 300 milyon liramı makinaya yatırdım. 300 milyon lirada borçlandım. O gün 300 milyon lira ile tekstil ticareti yapmak özellikle iplik anlamında çok karlı. Bir depocu bir muhasebeci ile işi götürür güzel de para kazanırsınız. Güzel bir yaşam sürersiniz. Ben borçlanarak fabrika kurdum. Bu bir risk almaktır. Üretmenin keyfi büyük. İlk altı ayında cebimde 5 kuruş param yoktu. İnsanın hedefleri olması lazım. Sadece iyi yaşamak değil. Bu yaşıma geldim. Çalışmaktan büyük keyif alıyorum. Hayatı da yaşıyorum. Her ikisinden de zevk alıyorum. Çocukluğumdan beri mesela ayakkabımı boyuyorum diyelim. Nasıl daha iyi boyarımı düşündüm. Yaptığım her işte en büyük olmak değil, hep en iyisi olmak istedim. Hep bunu yaptım. Hem risk almak, hem de en iyisini yapmak istedim. 25. Yıl kutlamalarında şunu söyledim. Hayallerim büyüktü, ama hiçbir zaman hedefim hayalim olmadı. İnsanlarda bence en eksik şey hayal etmek. Ben bir bakkaldan bugüne geleceğimi hayal ettim oldu. Olabilir. Her dönemin kendine göre fırsatları vardır.
ONUR TUĞAL: Bir kez daha 6 yaşındaki çocukluğunuza dönseniz, bir kez daha iş kuracak olsanız yine aynı işi mi yapardınız?
AHMET GÖKŞİN: Ben bu işi seviyorum. Bir insanın başarısındaki en önemli faktör bu. Sevdiği işte çalışması. Sevdiğin işte olman konsantre olmanı kolaylaştırır. Tam olarak odaklanırsın o zaman.
ONUR TUĞAL: Bizi izleyen genç yeni müteşebbislere, iş insanlarına tavsiyeleriniz ne olur?
AHMET GÖKŞİN: Ne iş yapıyorsanız yapın en iyisini yapın. Empati kurun. Mal satacaksınız sizden niye mal alsınlar?. Fark yaratın; sizi tercih etsinler. İşinize konsantre olun. En iyisini yapmaya çalışın. Sabırlı olun. Kimseye hayat altın tepside sunulmuyor. Emek vermeniz lazım. Ve en önemlisi hayallerinizi hiçbir zaman yitirmeyin.
BU ÇOK ÖZEL RÖPORTAJIN TAMAMINI BURADAN İZLEYEBİLİRSİNİZ…
ÖZEL HABER
Her Hafta Salı günü yayınlanan ve tekstil duayenlerinin hayatlarının anlatıldığı çok özel programın sekizinci bölümünde Duayen İşadamı Ahmet Gökşin, iş ve özel hayatından kesitler anlattı. DETGİS Yönetim Kurulu Üyesi Onur Tuğal’a mesleğe nasıl başladığından, bugünlere nasıl geldiğine kadar birçok konuda tecrübelerini aktaran İşadamı Gökşin, iş yaşamındaki başarısının sırlarını da Denizli Metropol ile paylaştı. İzleyici rekoru kıran programda ayrıca Denizli tekstil sanayisinin dünü ve bugünü de masaya yatırıldı.
İŞTE O RÖPORTAJ
ONUR TUĞAL: Sizi tanıyabilir miyiz?
AHMET GÖKŞİN: Babadağ doğumluyum. İlkokul ve ortaokulu Babadağ’da okudum. Babadağ’da lise olmadığı için liseye Aydın’da devam ettim. Babamın işte bana ihtiyacı vardı. Geri dönmemi istedi. Birinci yılımda Aydın Lisesi’ni bırakıp Babadağ’a döndüm. 6 yaşında başladığım iş hayatıma devam ettim.
ONUR TUĞAL: Denizli’de tekstilin yolculuğunu bize anlatır mısınız. Denizli bugünlere nasıl geldi?.
AHMET GÖKŞİN: Tekstilin içinde doğmuş biri olarak şunları söyleyebilirim. Babadağlıyım. Babadağ’da doğan herkes tekstilin içindedir. Babam bakkaldı ama ben tekstilin içindeydim. Evimizde dokuma tezgahımız vardı. Kendi beşiğimi hatırlamıyorum ama kardeşlerimin beşiği dokuma tezgahlarının yanındaydı. Dokumanın, tekstilin içinde büyüdük. 1985 yılına kadar merkezde tekstil çok fazla yoktu. Denizli Basma, Göveçlik İplik Fabrikası, Sarayköy’de Aksevler ve bir de Sümerbank vardı. Çevre kasaba ve ilçelerde tekstil daha çoktu. Babadağ’da yatak çarşafı, Buldan’da şile bezi ve havlu, Kızılcabölük’te mendil, Kale Tavas ise ham bez dokuyan yerlerdi. 1985’e kadar ev ve küçük atölyelerde üretim vardı. Çok fabrika yoktu. 1985’den sonra tekstilin asıl yolculuğu başladı. Turgut Özal ile birlikte ihracata dayalı bir üretim ekonomisi başladı. Denizli’de buna ayak uydurdu. Havlu ve bornoz sektörü bir anda çok talep gördü. ABD’den, Rusya’dan, Avrupa’dan talepler vardı. Fabrikalar kurulmaya başladı. Bu süreç 1985 ile 2000 arasıydı. Çok hızlı bir şekilde gelişti. Fabrikalar birbiri ardına kuruldu. Daha çok Denizli OSB’de fabrikaların kurulduğunu görüyoruz. Çünkü burada özel teşvikte vardı tabi. O günden bu güne tekstilin havlu ve bornoz olarak geliştiğini görüyoruz. Denizli dünya çapında havlu bornoz anlamında marka bir şehir oldu. Ham bez ve örgü dediğimiz sektörler oluşsa da tekstilin lokomotifi havlu ve bornoz oldu.
ONUR TUĞAL: Bakkal dükkanında 6 yaşında babanızın yanında başladığınız bu meslek yolculuğunda bu işi yapmaya ne zaman karar verdiniz? Bugün istediğiniz yere geldiğinizi düşünüyor musunuz?
AHMET GÖKŞİN: Ben hayatımı üçe ayırıyorum. 23 yaşına kadar Babadağ’da babamın yanında olduğum bölüm. 23 yaşında Denizli’ye gelip ticaret yaptığım 10 yıllık bölüm. Sonrasında da 33 yıllık sanayicilik kısmı. Gerçekten de babamın bakkalında 6 yaşında işe başladım. Daha sonra babam bakkallığın yanı sıra beyaz eşya, tüp bayiliği, tekstil kimyalarını toptan pazarlayan bir firma olarak büyüdü. Ben 6 yaşında babama yemek götürüyordum. Sonra evlere servis yapmaya, daha sonra da babamın olmadığı zamanlarda bakkalda orayı idare etmeye başladım. Hayallerim vardı. Çok küçükken başladım hayal kurmaya. Askerden geldikten sonra kendi işimi kurmak istedim. Askerden sonra Pamukkale İşhanı’nda ofis kiraladım. Tam 16 metrekareydi. Bir mesleğim yok. Eğitimim sıradan. Sadece ticareti biliyorum. Bakkal dükkanında öğrendim. Tekstili biliyorum ama tekstilci değilim. Dokuma tezgahında çalıştım ama o ayrı mesele. Tekstil ticareti yapan bir babanın oğlu değilim. Ticareti bildiğimden tekstil ürünleri alıp satmaya başladım. 90 bin lira sermayem vardı. İki ton iplik alınabiliyordu 90 bin lira ile. 6 bin dolar yani. Sermayem oydu. Ticarette yapmanız gereken sermayenizi büyütmek. Bende bunu yaptım. Pozitif bir insanım. O zaman evimde mutfak giderlerini karşılayacak parayı kazanmaya başladım. 1977 yılıydı. 78 için hedef koydum. 90 bin liramı 250 bin lira yapacağım dedim. 300 yaptım. Benim genlerimde ticaret varsa bunu bakkal çocuğu olmaya borçluyum sanırım. Bir memur çocuğu olsaydım belki başka bir hayatım olurdu. Herkesten fazla kazanmam için boşlukları yakalamam, fark yaratmam ve konjonktürü takip etmem gerekiyordu. O yıllarda ticaret yaparken emprime çarşaf nevresim yoktu yeni başlamıştı. Babadağ çizgili çarşaf üretiliyordu. Emprime çarşaf çok gözde oldu. Ucundan yakalamak istiyorum. Hazır kumaş buldum. Nevresim takımı ürettim. Bir dönem oradan para kazandım. Her şeyin rekabeti arttıkça karlılık düşer. Herkes üretmeye başladı. Bende toptan manifatura imalatına girdim. Özü şu fark yaratmak. İstanbul Sultanhamam’da Kayserililer daha çok yapardı bu işi. Ham bezi Denizli’den Kale Tavas’tan alıyorlardı. Denizli Basma’da ve Nazilli Köytaş’ta baskı yaptırarak döşemelik kumaş evlerde sedirlere örtülen kumaş, entarilik kumaş, kışın çizgili pijamalık, bu işe girdim. O boşluğu tespit ettim. İzmir, İstanbul’daki toptancılara pazarladım. Para kazanmaya başladım. Bu arada yıl 1977 yılında başladım. 1984 – 1985 yılları Türkiye’de bir değişim var. İhracat var o dönem. Manifatura için ürettiğim bir kumaş vardı. Kadınların gecelik ya da pijama için kullandığı bir üründü. Tesadüfen Irak için birisi 1 milyon metre kumaş talep etti. Çok büyük rakam. 4 ay içinde istiyorlar. Yaparız dedim. Kumaşı Karahallı’dan tedarik edeceğim Nazilli’de yaptıracağım. İşi aldım. O gün için metresi 160 liraya geliyor sattığım 1 milyonluk kumaş. Metrede 10-15 lira kar edeceğim. Irak’ta olsa her şeyin mükemmel olması gerekiyor. Endişelerim de var. Şans çok önemli. Şans Milli Piyango bileti almak değildir. Sümerbank’a gittim kumaşı temin edebilir miyim diye. Ümidim yok ama. Hesapladığım kumaş 110 lira. 145 lira istediler. Karahallı’dan organize etmeye çalışıyorum. 1 hafta sonra Sümerbank’tan telefon geldi. Gittim görüşmeye. Dedim ben bunu 110 liraya alacağım ama buradan toptan 115’e alabilir miyim… Tamam dediler. İşte bu şans. Ama o şans piyango değil, ben o işin içindeyim. İlk ihracatla tanışmam böyle oldu. O işi verdik ve alnımızın akıyla çıktık. İkinci ihracat ise 1985 senesi. Bu kez Irak’tan nevresim takımı istediler. 1 milyon Dolarlık işi yaptım. Malı gönderiyorum, parasını gelene kadar benim 160 lira 170 lira oluyor. Çok karlı bir şey ihracat. İhracata dayalı üretim yapma hedefi koydum. Fabrika kurmak istiyorum. Sermaye yaptık ama o kadar çok yok. Piyasayı takip ediyorum. Havlu bornoz aldı başını gidiyor. Havlu fabrikası kurayım dedim. Hesap ettim. 8 Dokuma tezgahı, konfeksiyon makinası derken, Denizlili olmanın bir avantajı bu. Yan sanayi burada olduğu için şanslısınız. Aldık makinaları kurduk. 1987 senesi Ocak ayında havlu üretmeye başladık. İnsan kaynağı çok önemli. Paranız olabilir, makinanız olabilir. Ama onu insanlar üretecek. En iyi makinaları kurduk. Ama o makinaları kullanacak insan kaynağı yok. Kurduk makinaları bakıyoruz çalışmıyor. Problemleri çözdük. Çalışmaya başladık. Hayatımın üçüncü bölümü bu. Talep uzun süre devam edince bizimde büyümemiz kolaylaştı. Kapasiteyi büyüttük. Boyahanemizi kurduk. 1997 yılında iplik fabrikası kurarak tam entegre bir tesise dönüştük. İplikten sonra pamuklu dokuma ile daha da büyüyerek 2004 yıllarında 1600 çalışana ulaştık. Şimdilerde 650 kişi ile çalışıyoruz. Bunun bir nedeni teknoloji bir nedeni de küçülmeye gitmemiz.
ONUR TUĞAL: İş hayatınızdaki önemli basamakları öğrendik. Bu yolculuğunuzda ne gibi engellerle karşılaştınız?
AHMET GÖKŞİN: Hayat herkes için zor. Ve her yerde rekabet ve engeller var. Bütün mesele odaklanmak. Rekabet ortamında kendinizi iyi tanımanız ve iyi konumlandırmanız lazım. Ona göre pozisyon almanız lazım. Mesela fabrikayı kurarken, kredi alma bölümlerinde çok zorlandım. Ama insan kafasına koyarsa engeller yok olup gidiyor. Zorlandığım yerlerde önüm açıldı. Bu benim şansım ve emeğim belki de. Pozitif olmanın büyük avantajını yaşadım diyebilirim.
ONUR TUĞAL: 1980’den bu yana yaşanan krizlerde ne yaptınız?
AHMET GÖKŞİN: İnsanın kişiliği karakteri en temeli aileden aldığı bilgi görgü ve eğitimdir. Kişinin karakteri ailede başlar. Eğitimle pekişir. Babam ilkokul diploması olmayan, okuma yazması olan çevresine göre girişimci, dürüst bir insandı. Ben 6 yaşında bakkal dükkanında çalışmaya başladım. 12 yaşına geldiğimde babamla oturur konuşurduk. Hafta sonu fırıncıya bunu ödeyeceğiz. Toptancıya şu kadar ödememiz gerekiyor. Şuradan bu kadar paramız gelecek. Şu kadar paramız var. Ben bunu babamla 12 yaşında yapmaya başladım. Planlama, borcunu ödeme duygusu yaratmak önemli. Ben böyle yetiştim. Bir yerden bir yere gelmek için risk alacaksınız. Ama bunun hesabı olması lazım. Bir makine alıyorsunuz. O makinanın kazancı beş yılda dönüyorsa 5 - 6 yıllık ödeme takvimi bulursanız onu alırsınız. Ama siz kalkıp 2 yıllık borçla alıyorsanız bunu kim ödeyecek. Bu bir planlama. Şirket krizlere hep dayanıklı oldu. Ben 1987 yılından itibaren Türkiye piyasası ile ilişkim kesildi. Tamamen ihracata döndüm. Krizlerden sonra ben hep karlı çıktım. Her krizden sonra kur patlar. Bende ihracat yapıyorum. Krizlerden sabit gelirliler etkilenir. Akıllı tüccar da karlı çıkar. Bugünkü kriz en kötüsü. Ben böyle bir kriz yaşamadım. Ben krizlere hep hazırlıklı oldum. Sistem beni buna hazırlıyordu.
ONUR TUĞAL: İş yaşamınızda pozitif etkiniz mi başarının sırrı, yoksa başka etkenler var mı?
AHMET GÖKŞİN: Çok çalışmak herkesin söylediği bir şey. Yeni nesile söylüyorum. Okulu bitireyim 10 bin lira maaşla çalışayım. Böyle bir ülke yok dünyada da yok. Sabırla çalışmanız ve hedefe kilitlenmeniz lazım. Ben planlamacıyım. Bir işyeri için ve insan hayatı için planlama çok önemli. Hayat çok kısa. Planlarsanız hayatınızı uzatırsınız. Benim seyahatlerim 3-4 gündür. 10 – 15 gün değildir. Ben o 3-4 günü tam doldururum. Nereyi ziyaret edeceğim?, nerede eğleneceğim? hepsini planlarım. Bu ömrümü uzatan bir şey. Ben üç gün yaşamış oluyorum. Zaman kaybetmemiş oluyorum. Geri gelmeyecek tek şey zaman. O yüzden çok önemli. İşiniz yoksa eğlenin yani. Oturmayın…
ONUR TUĞAL: İş yaşamınızda size en çok heyecan veren an hangisi oldu?
AHMET GÖKŞİN: Çok var birini anlatayım. Fabrikayı kurduk. Üretime başladık. Müşteri de tamam. Bir TIR bornoz hazırladık Fransa’ya. Malı sevk etmeden önce müşteri gelip malı görmek istedi. İlk Tır. 8 bin tane bornoz. Bugünkü değerle 140 bin Euro. Heyecanla bekliyorum. Denizli’ye o zaman uçuş yoktu. İzmir’den gelecek müşteri. Otelden yerini ayırttık. Adam gelemedi. Akşam saat 8‘e kadar bekledim. Saat 11.00’de telefon. İstasyon Caddesi’nde bir otelde kalıyor. “Gelir misiniz” dedi. Öğrendim. Fabrikaya gitmiş malları açmış bakmış. “Gelir misiniz” deyince gittim. Masayı donatmış şampanyayı açmış. Diyor “Thank you” sarıldı bana… Malları kontrol etmiş çok beğenmiş. Anlatırken şu an duygulandım. Ben ters bir şey mi var diye endişe etmiştim oysa.
ONUR TUĞAL: Ahmet Gökşin’in bir günü nasıl geçiyor? İş dışında özel hayatınızda ne yapmaktan hoşlanırsınız?
AHMET GÖKŞİN: Hayatımın hiçbir safhasında rutin monoton bir hayatım olmadı. Her gün olmasa da spor yapmaya çalışıyorum. Saat 6.30 – 7.00 gibi kalkarım. Spor - kahvaltı derken 10.00 gibi işin başında olurum. Arabaya binip işime giderken, her gün tanrıma iki şey için şükrederim. Sağlığım var, spor yapabildim ve gidecek işim var. Biz bazı şeylerin farkında değiliz. Şansızlığımızdan şikayet ederiz. Bazıları fazla şanslı olabilir. Eğer insan sağlıklıysa şanslıdır demektir.
ONUR TUĞAL: Çocukluğunuza dönsek, en akılda kalan anılarınız var mı?
AHMET GÖKŞİN: Geçenlerde çocukluğumda kardeşlerim, annem ve babamla olduğum anları hatırladım. Birlikte sabah kahvaltı ettiğimiz zamanlar aklıma geldi. Sabah odun sobası yanar. Annem oradan aldığı odun közleriyle mangalda bize ekmek kızartırdı. Beş kardeş sıraya girerdik. Tekrar hep birlikte olabilmenin özlemini çektim.
ONUR TUĞAL: Hayatınızla ilgili bir film yapılıyor olsaydı ismi ne olurdu?
AHMET GÖKŞİN: Onurlu ve keyifli bir yaşam. Çocukluğumda hayalim şuydu. Toplumda saygın bir kişi olabilmek. Refah seviyemi en üste çıkarmak. Keyif kısmı tamam. Onurlu yaşamak benim için çok önemli. Bunu yapmaya çalıştım. Hayatım boyunca hep empati yaparak yaşadım. İş hayatımda da yaptım. Çalışanlarıma nasıl davranmalıyım. Bana nasıl davranılmasını istiyorsam öyle davranmalıyım dedim.
ONUR TUĞAL: Başarılı ve duayen bir ticaret erbabı olmanın sırrı nedir? Ne olur önerileriniz?
AHMET GÖKŞİN: Bir örnekle devam edeyim. 1986 yılında ihracata dayalı üretim yaparken, o gün için 300 milyon lira, Mark olarak 1 milyon Mark param var. 600 milyon liralık bir yatırım planladım. 300 milyon liramı makinaya yatırdım. 300 milyon lirada borçlandım. O gün 300 milyon lira ile tekstil ticareti yapmak özellikle iplik anlamında çok karlı. Bir depocu bir muhasebeci ile işi götürür güzel de para kazanırsınız. Güzel bir yaşam sürersiniz. Ben borçlanarak fabrika kurdum. Bu bir risk almaktır. Üretmenin keyfi büyük. İlk altı ayında cebimde 5 kuruş param yoktu. İnsanın hedefleri olması lazım. Sadece iyi yaşamak değil. Bu yaşıma geldim. Çalışmaktan büyük keyif alıyorum. Hayatı da yaşıyorum. Her ikisinden de zevk alıyorum. Çocukluğumdan beri mesela ayakkabımı boyuyorum diyelim. Nasıl daha iyi boyarımı düşündüm. Yaptığım her işte en büyük olmak değil, hep en iyisi olmak istedim. Hep bunu yaptım. Hem risk almak, hem de en iyisini yapmak istedim. 25. Yıl kutlamalarında şunu söyledim. Hayallerim büyüktü, ama hiçbir zaman hedefim hayalim olmadı. İnsanlarda bence en eksik şey hayal etmek. Ben bir bakkaldan bugüne geleceğimi hayal ettim oldu. Olabilir. Her dönemin kendine göre fırsatları vardır.
ONUR TUĞAL: Bir kez daha 6 yaşındaki çocukluğunuza dönseniz, bir kez daha iş kuracak olsanız yine aynı işi mi yapardınız?
AHMET GÖKŞİN: Ben bu işi seviyorum. Bir insanın başarısındaki en önemli faktör bu. Sevdiği işte çalışması. Sevdiğin işte olman konsantre olmanı kolaylaştırır. Tam olarak odaklanırsın o zaman.
ONUR TUĞAL: Bizi izleyen genç yeni müteşebbislere, iş insanlarına tavsiyeleriniz ne olur?
AHMET GÖKŞİN: Ne iş yapıyorsanız yapın en iyisini yapın. Empati kurun. Mal satacaksınız sizden niye mal alsınlar?. Fark yaratın; sizi tercih etsinler. İşinize konsantre olun. En iyisini yapmaya çalışın. Sabırlı olun. Kimseye hayat altın tepside sunulmuyor. Emek vermeniz lazım. Ve en önemlisi hayallerinizi hiçbir zaman yitirmeyin.
BU ÇOK ÖZEL RÖPORTAJIN TAMAMINI BURADAN İZLEYEBİLİRSİNİZ…
0 Yorum